27 Mayıs darbesiyle, yalnız, askeri vesayet değil, aynı zamanda, "Yargı vesayeti" de kurulmuştu. Sadece, 235 general ve 3500 subayın emekli edilmesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri ya da, 1402 öğretim üyesinin üniversitelerden atılmasıyla yüksek öğretim kurulları değil, Yargı da kontrol altına alındı. Nasıl mı?
241 üyesi olan Yargıtay'ın 66 üyesi; 54 üyesi bulunan Danıştay'ın 28 üyesinin görevlerine son verildi. 3 bin 123 kişilik yerel mahkeme hâkim ve savcıları arasından da, 520 kişi emekli edildi. Yasama Organı'nı denetlemek üzere kurulan Anayasa Mahkemesi'nin ilk üyeleri, Demokrat Partili milletvekillerini sorguya çeken Soruşturma Kurulu üyeleri arasından ya da Yassıada'da Demokratları yargılayan hâkimler arasından seçildi. Emekli oluncaya kadar görevlerini sürdürdüler.
Yargı vesayeti 12 Eylül Anayasası'yla pekiştirildi. Anayasa üyelerinin tümünü atama yetkisi, cumhurbaşkanına bırakıldı. Yüksek Yargı'ya üye seçimini ise, HSYK yapıyordu. HSYK üyelerini de, Yargıtay ya da Danıştay yargıçları arasından, cumhurbaşkanı atıyordu. Kapalı devre işleyen bir mekanizma.
12 Eylül 2010 referandumu sonrası, Yargı'nın, siyaset üzerindeki vesayeti sona erdi. Yüksek Yargı veya HSYK üyeliklerinin seçimi daha geniş bir tabana yayıldı. Şu anda siyasi iktidarın yargı üzerinde etkisinden ve sivil vesayetten söz ediliyor ama bu iddiaların bir dayanağı ya da delili yok. Ergenekon'da tahliye kararı veren yargıçların "sürüldüğüne" dair örneklerin hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. (Zafer Başkurt, Erkan Canak, Oktay Kuban veya Köksal Şengün gibi çarpıcı örneklerin ardındaki gerçekleri dilerseniz Google'da inceleyebilirsiniz.) Bununla beraber, iktidarın her dönemdeki kadar yargıya -özellikle savcılara- müdahalesi olduğu söylenebilir. Ama buna da, Adalet Bakanlığı'nda Mehmet Moğultay veya Seyfi Oktay örneklerini bilen biri "sivil vesayet"diyemez.