28 Şubat yargılansın, "27 Nisan e-muhtırası yargılansın" çağrıları sık sık tekrarlanır oldu. Ama söz konusu talepleri seslendirenler acaba gelişmelere hazır mı? Çünkü eski defterler karıştırıldığı takdirde, bazı işbirlikçiler deşifre olacaktır.
Ben şahsen çok sayıda Silahlı Kuvvetler mensubunun cezaevinde bulunmasından, geriye doğru gidildikçe onlara yenilerinin eklenme ihtimalinden fevkalade rahatsızım.
Ordumuz, 1960'tan beri "cumhuriyeti koruma kollama" hastalığına yakalanmış, tehdit gördüğü noktada, müdahaleyi vazifesi addeder duruma gelmişti. Pek yalnız da değillerdi. Bazı aydınlar (medya mensubu, işadamı, bürokrat, öğretim üyesi) onları teşvik ediyordu. Ordu, emir komuta zinciri içinde, hâkim konumdaydı ve gerçek iktidarı onlar temsil ediyordu. "Vesayet", işte böyle bir şeydi. Canımıza, kanımıza, ruhumuza işlemişti.
27 Nisan e-muhtırasını, dönemin diğer davranışlarından soyutlayabilir miyiz? "Paşam, nasıl bir cumhurbaşkanı olsun. Tarif eder misiniz?" diye soran ve "Sözde değil özde laik bir cumhurbaşkanı istiyoruz" cevabı karşısında ağzı kulaklarına varan basın mensuplarını ne yapacağız? Toplantı yeter sayısının 367 olması gerektiği fetvasını verenleri, 367 rakamına ulaşılmasın diye milletvekillerinin Genel Kurul'a gelmesini engelleyen parti liderlerini unutacak mıyız? Ya "Kutlu Doğum haftası, 23 Nisan'a alternatif olarak kutlanıyor" diye feryat eden gazete manşetleri! Yaşar Büyükanıt'ın 27 Nisan e-muhtırasında bu genel atmosferin izleri yok mu?
Çok can yanar endişesini taşıdığım için, "o da, bu da yargılansın" şehvetine kapılamıyorum. Bir noktada helalleşip yola devam etmeyi tercih ederim.