Bir tarafta Türkiye'nin elektrik ihtiyacı, diğer tarafta çevre kirliliği ve muhtemel tehlikeler. Kalkınma ve sanayileşme adına, son felâkete kadar nükleer enerjiye karşı çıkmıyordum. Zaten firmalar, her türlü tedbirin alındığına dair teminat da veriyordu. Ama işte, Japonya'da yaşanan kıyamet, gerçeği adeta gözümüzün içine soktu. Tedbir alsanız dahi, tabiat karşısında çaresiz kalıyorsunuz. Bir dakika önce deprem haberi geliyor; nükleer santral devre dışı bırakılıyor. Lâkin evdeki hesap çarşıya uymuyor; soğutma havuzu arıza yapınca, patlamalar neticesinde radyasyon yüklü bulutlar kilometrelerce uzağa yayılıyor. Şimdi Japonlar, nükleer santrali kuran önceki hükümetleri affetmediklerini söylüyorlar.
2014'te işletmeye alınacağı belirtilen Rus yapımı Akkuyu (Mersin) santrali ile Türkiye'nin enerji ihtiyacının bir bölümü nükleer sistemle karşılanacak. Japonya felâketinden sonra, bu konuda yeniden düşünmek gerekir. Nükleer santralin yer seçimi, 1972-76'da gerçekleşti deniliyor. Değişen şartlara göre, yeni bir değerlendirme yapıldı mı? Meselâ bölge, turizm yönünden çok gelişti; nüfus yoğunluğu arttı. Yeni teknolojilere göre, yeni deprem haritalarıyla bölge tekrar değerlendirmeye tâbi tutuldu mu? Sonra Rusya'nın, hiçbir yerde denenmemiş bir santralini almak ne derecede akıllı bir iş!
"Yaradılanı severiz, Yaradandan ötürü" diyen Tayyip Erdoğan, yaradılanların kıyamet senaryolarıyla karşılaşmalarını, acı çekmelerini istemez herhalde. Ve radyasyon yağmurlarıyla çaresiz kalan bir Akdeniz şeridini.
Bugünden sonra, nükleere karşı daha ciddi tepkilerin doğacağını tahmin ediyorum.