İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin "yakalama emri"nin Askeri Şûra'yı etkilemek üzere alındığı ileri sürülüyor ve böylece "Yargı siyasallaştı" deniliyor. Özellikle Yüksek Yargı'nın siyasallaştığına dair ortada çok sayıda delil var ama yakalama emrinden yola çıkarak, 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin töhmet altında bırakılmasına katılmıyorum.
Balyoz belgeleri, 20 Ocak 2010'da Taraf gazetesinde yayınlandı. Daha sonra bu belgeler savcılığa teslim edildi. 22 Şubat'ta ilk operasyon gerçekleşti. İçlerinde Çetin Doğan'ın da olduğu 2'si muvazzaf 9 kişi tutuklandı; peyderpey tutuklamalar devam etti ve tabii tahliyeler de. 6 Nisan'da, 70'i muvazzaf, 16'sı emekli asker, büyük bir tutuklama dalgası geliyordu ki, Başsavcı vekili Aykut Cengiz Engin müdahale etti. Söz konusu kişilerin ifadeye tutuklanmadan, peyderpey çağrılmasını istedi. Gözaltı kararını talep eden savcılar Mehmet Berk ve Bilal Bayraktar'ı açığa aldı; başka savcıları yetkilendirdi. Onlarca kişinin ifadesi alındı; binlerce sayfalık belge okundu ve yazışmalar yapıldı. İddianame tamamlanarak, ancak 19 Temmuz'da 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunuldu. Söz konusu mahkemenin hâkimleri, 800 sayfalık iddianameyi ve 184 klasördeki binlerce sayfayı okuyup, yakalama emri verdiler. Bu emrin, Şûra'ya denk gelmesi, bilinçli bir ayarlama mı? Yoksa, Ocak ayında başlayan bir sürecin devamı mı? Ben, ikinci şıkkın doğru olduğu düşüncesindeyim. Kaldı ki, terfilerin engellenmesi için sadece söz konusu kişilerin tutuklanmış olmaları gerekmiyor. Haklarında bir dava açılmış olması da, terfi ve kademe ilerlemesi yapılmaması için yeterli. Bunu bilmek, hukuk allamesi olmayı gerektirmiyor. Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun terfilerle ilgili 65/e maddesinde şöyle deniliyor: "Tutuklu bulunan, ya da TAHLİYE EDİLMEKLE BERABER KOVUŞTURMA VEYA DURUŞMASI DEVAM EDEN veya hakkında verilen hüküm henüz kesinleşmemiş bulunanların terfileri ve kademe ilerlemeleri yapılmaz. Bu gibilerin, terfi ve kademe ilerlemesi işlemlerinin ne şekilde yapılacağı, Subay Sicil Yönetmeliği'nde gösterilir."
TSK Sicil Yönetmeliği'nin 82. maddesinde ise şöyle bir düzenleme mevcut: "Tutuklu bulunanlar, ya da TAHLİYE EDİLMEKLE BİRLİKTE SORUŞTURMASI VEYA MUHAKEMESİ DEVAM EDENLER, yahut haklarında verilen hüküm henüz kesinleşmemiş bulunanların, rütbe kıdemlilikleri onanmaz. Onanmış olanlar iptal edilir."
Hal böyleyken, Milli Savunma Bakanlığı, askeri hâkim Tuğgeneral Ali Akif Vurucu'ya istinaden, sanık subayların terfi yolunun açık olduğunu belirten bir rapor yayınladı. Bu raporda, Tuğgeneral Vurucu, "Yakalama emri, yasadaki tutuklama kararı sayılamaz. Terfileri engelleyen bir yönü yok" görüşünü savundu.
Oysa hem 65. madde, hem de Sicil Yönetmeliği'nin 82. maddesi, sadece tutuklamanın değil, tahliye edilenlerin de, soruşturma ve muhakemeleri devam ediyorsa, terfi alamayacaklarını belirtiyor. Aslında, terfi almak bir yana, şüpheli ya da sanık sıfatında bulunanların hemen görevden alınmaları lâzım. Bunun için, Milli Savunma Bakanı'nın re'sen harekete geçemeyeceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Genelkurmay Başkanı'nın talebi üzerine, Milli Savunma Bakanı, yargılanan askerleri açığa alabiliyor. Biz, burada terfi tartışması yaparken, haklarında çok ağır isnatlar bulunan subaylar vazife başında. Milli Savunma Bakanı'nın eli kolu bağlı. Bu durum, Türkiye'de sivil otoritenin, Türk Silâhlı Kuvvetleri karşısındaki zaafının ve etkisizliğinin de bir göstergesi. Bütün bu yasaların değişmesi gerekiyor.
Gene gelelim, 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin "Şûra'yı etkilemek amacıyla yakalama emri verdiği" iddiasına. Yakalama emri olmasa da, TSK Personel Kanunu ve Sicil Yönetmeliği uygulandığı takdirde, zaten söz konusu kişiler terfi edemeyecek. "10. Ağır Ceza Mahkemesi siyasi karar verdi" iddiası, zihinleri bulandırmak ve bütün kurumlardan sonra, iktidar, "TSK'yı da ele geçiriyor" iddialarını güçlendirmek için ortaya atılıyor. Bir anlamda, vesayetin sürmesini isteyenlerin iddiası bunlar. Daha demokratik bir Türkiye'yi arzu edenler, alet olmamalı.