Türklerin ve Ermenilerin kendi dillerinde söyledikleri "Sarı Gelin" türküsü, dostluğun sembolü haline geldi. Aslında, "Sarı Gelin" bir ayrılık türküsü ya da bir hasret türküsü. Çoruh ırmağı kıyılarında yaşayan Hıristiyan Kıpçak Beyi'nin sarışın bir kızı vardır. Erzurumlu bir delikanlı bu kıza vurulur fakat, oğlanın ailesi Hıristiyan diye kızı istemez. Delikanlı aşkını ve hasretini "Sarı Gelin" türküsüyle seslendirir: "Erzurum çarşı pazar / Leylim aman aman Sarı Gelin / İçinde bir kız gezer... / Elinde divit kalem / Katlime ferman yazar / Leylim aman aman Sarı Gelin..."
Hasret türküsü "Sarı Gelin", artık yakınlaşmayı, kavuşmayı temsil ediyor. Ama benim daha iyi bir teklifim var:
Birkaç gün önce Zürih'teki imza töreni sırasında Charles Aznavour'u görünce gözlerime inanamadım. Onun, Ermenistan Büyükelçisi sıfatıyla İsviçre'ye atandığını bilmiyordum. İsmini duyunca, "Acaba bir akrabası mı?" diye tereddüt geçirdim. Meğer gençlik yıllarımızda, her şarkısını severek dinlediğimiz Charles Aznavour'un taa kendisi değil miymiş! Aznavour'un ailesi Kayseri Pınarbaşılı. Sonradan öğrendik ki, Aznavour, sanatçı kişiliğinin yanı sıra, Ermeni diasporasının aktif bir üyesi olmuş ve Türkiye'ye karşı nefret duygularının başını çekmiş. Bunu duyunca büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. En güzel aşk şarkılarını söyleyen Aznavour'un nefretle ne işi olabilirdi?
"Hier encore j'avais 20 ans"
"La boheme"
"Que c'est triste Venise"
Aznavour'da hep bir nostalji, hasret, hüzün vardı. Kaybettiği zamanı, arkadaşları, aşkları arardı. Zürih'te ise, uzun yılların ayrılığından sonra bir buluşmaya şahit oldu. Her ülkenin de bagajında, birbirine karşı biriktirdiği husumet parçacıkları var. Ama, 1915'e takılıp kalmayıp, 2009 sonrasını yaşama imkânı da önümüzde. İşte Charles Aznavour, şarkılarıyla, yeni umutlara ses verebilir. "Sarı Gelin" türküsü tamam ama Aznavour'un Türkiye'de bir konser vermesi, bence tıpkı futbol maçı gibi dünya çapında bir olay olacaktır. Aznavour'u ve şarkılarını o kadar özledik ki!