Paris'teki "Türkiye Mevsimi", 2006'da Türkiye'de gerçekleşen "Fransız Baharı"nın bir devamı. "Fransa'da da Türkiye Mevsimi yapalım" diye, o zaman cumhurbaşkanlığı makamında oturan Chirac teklif etmiş; Sarkozy cumhurbaşkanı olunca, çalışmalar aynı istikamette sürmüş.
***
"Türkiye Mevsimi" faaliyetlerinin bir bölümüne katılmak üzere Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Paris'e geldik. Uçak kalktıktan bir süre sonra, cumhurbaşkanı bizi ön bölüme davet etti; yol boyu konuştuk. Önce, Doğan Hızlan'ın etkisiyle, uzun süre sanattan söz ettik. Cumhurbaşkanının da işine geldi. Çünkü malûm, siyaset üstü bir konumda. Bize,
"Türkiye Mevsimi" hakkında bilgi verdi:
"Bu, Türkiye'nin yurtdışında yaptığı en büyük etkinlik. Finansmanını hem Türkiye, hem Fransa sağlıyor. Fransa ve Türkiye 12'şer milyon euro koydu. 9 ay boyunca, 400 faaliyet gerçekleşecek."
Bugün (Cuma),
"Bizans'tan İstanbul'a" sergisinin açılışına iştirak edeceğiz. Kapsamlı ve çok boyutlu bir sergi olacağını tahmin ediyorum.
Paris'te, hem koyu milliyetçi Le Pen taraftarları, hem de Ermeni diasporası rahatsız. Özellikle, Eyfel Kulesi'nin kırmızı-beyaz renklere bürünmesi, Türkiye'yi sevmeyenler arasında öfke uyandırmış. Ama bravo Paris Belediye Başkanı'na! Protestolar onu kararından döndürmedi.
***
Uçaktaki sohbetimiz sırasında Abdullah Gül, Ahlat'taki üzeri nakışlı kocaman mezar taşlarından, Ani harabelerinden bahsetti. İstanbul'da, İskenderiye'deki gibi büyük bir kütüphane olmamasından yakındı. Bütün bu kültürel faaliyetlerin, ülkemizin ekonomisini ve ticaretini, doğrudan ya da dolaylı etkileyeceğini söyledi.
Ben sonunda müdahale ettim ve
"Biraz da siyaset konuşalım Sayın Cumhurbaşkanım" dedim.
"Off the record" konuşmaları bir yana bırakırsak, aşağı yukarı hepimizin bildiği şeyleri tekrarladı:
"Günlük siyaseti bıraktığımın farkındayım. Günlük siyasete girmem. Milli birlik ve bütünlüğü sağlamak benim işim. Ama Anadolu'nun bütün kültürel mirasını korumak, anayasal zorunluluk. Kültürel mirasın içine her şey giriyor. Farklılıklarımız zenginliğimizdir."
Cumhurbaşkanı, kelimelerini çok özenle seçiyordu. Yanlış anlamaya mahal vermemek için, birlik konusunun tekrar tekrar altını çizdi:
"Farklılıklar zenginliktir ama farklılık bir ayrıcalık gibi görülmemeli, millet içinde adacıklar oluşmamalı. Irak'ın durumuna bakınız... Bağdat'a gittim; içim kan ağladı. Dikenli teller, duvarlar, makineli tüfekler... Kürt, Arap, Şii, Sünni hepsi birbirine düşmüş."
Abdullah Gül, günlük siyasete girmese dahi, Deniz Baykal'ın cümlelerine cevap vermek zorunda hissetti kendisini. Tabii, biz sorduk, o söyledi.
- Baykal sizi Damat Ferit Paşa'ya benzetmiş...
- Telâffuz etmediğim cümleleri kullanıyor, sonra da, bana ait olmayan ifadeler üzerinden yorum yapıyor.
...........
Baykal, Abdullah Gül'ün konuşmasını şöyle özetlemişti:
"Diyor ki: 'Dışarıdan gelen taleplere açık olmalıyız. Söylenenleri yapmamız gerekir. Yoksa başımıza bir şeyler gelir.' Damat Ferit bile bunları söylemeye cesaret edememişti."
Gül, bu yoruma tepkili. Siyasetteki üslûp nezaketsizliğinden de şikâyetçi: Kırma, incitme, rencide etme...
"1970'li, 1980'li yıllarda çok bedel ödendi" diye bir hatırlatma da yaparak şöyle devam etti:
"Ben sadece 'Sorunlarımızı halledemezsek başkaları bunu istismar eder' demek istedim. Türkiye'de hep konuşulmuyor mu, PKK'nın dış destekleri, yabancı ülkelerin istihbarat örgütleri diye. 2004'te, AB, 'Kürt azınlık'
lâfını, müzakereleri başlatmak için gerekli olan belgeye koymaya çalışmadı mı? O tarihte buna mani olduk."
***
Abdullah Gül, siyaset üstü bir konumda ama mazisi, AK Parti içindeki etkisi ve istikbalde yeniden aktif politikaya girme ihtimali, kurduğu ilişkilerde ona farklı bir ağırlık veriyor. Gittiği yerlerde de itibar görüyor.
"Seçimlerde ne olur? Yeniden cumhurbaşkanlığına adaylığınızı koyar mısınız?" gibi sorular sormadık. Çünkü,
"Off the record" dahi olsa, bu gibi sorulara cevap vermeyecek kadar siyasi tecrübesi var.