28 Şubat 1997'de akreditasyon uygulaması başlamıştı ve o tarihten beri yasaklıydım . İşte bu yüzden, Harp Akademisi'ndeki davete hem sevindim, hem de telâş yaptım. Ya uyuya kalırsam... ya trafik yoğun olursa, zamanında yetişemezsem... Kapı kapanıp içeri giremezsem... Brifingden yarım saat önce, Harp Akademisi'ndeydim.
Askeri bir disiplin içinde, her şey önceden hazırlanmış, salonda ve yemekte oturacağımız yerler belirlenmişti. Basamaklardan inerken, Güngör Uras'ın koluna girdim ve ona "Gel seninle kol kola çağdaş (!) bir görüntü verelim" diye takıldım. Herkes yerini aldıktan sonra, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ geldi. Önce askerler ayağa kalktı; siviller, "kalkalım mı, kalkmayalım mı" tereddüdüne düştüler. Ama, tedricen, birbirine bakarak herkes yerinden doğruldu. Murat Yetkin (Radikal) ve Fikret Bilâ (Milliyet), "Biz Ankaralıyız, sadece cumhurbaşkanı için ayağa kalkarız" dediler ve koltuklarını muhafaza ettiler. Ben, "Sürüden ayrılanı kurt kapar" düşüncesiyle, çoğunluğa uydum.
Yemek salonunda İlker Başbuğ, herkesi kapıda karşıladı. Benim elimi sıkarken de, "Hoş geldiniz Nazlı Hanım" dedi.
Akreditasyon uygulamasından büyük ölçüde cayılmıştı. Sadece, Zaman gazetesi, Taraf gazetesi, Vakit ve Samanyolu TV'nin hiçbir temsilcisini göremedim. Çağrılan Ahmet Altan değil, Star gazetesinden Mehmet Altan'dı . Açılımın sürmesini ve ayırımcılığın tamamen ortadan kalkmasını diliyorum.
İşte bunlar, işin perde arkasına ait duygularım ve izlenimlerim.