İstanbul Kültür ve Sanat Festivali, sinema meraklılarının yüzünü güldürmeye devam ediyor. Çok sayıda Amerikan filmi seyretmeye mahkûm olan bizler, festival sayesinde Avrupa ve Asya filmlerini görüp, onların kültürlerine aşina olabiliyoruz. 200 film arasından nasıl seçim yapmalı meselesini, ben, Sabah gazetesinin kültür sanat yazarı Atilla Dorsay 'a başvurarak çözüyorum. Onun tavsiyelerini dinleyince, hatalı tercih ihtimali ortadan kalkıyor. Bu defa da bana bir liste verdi. Vakit bulduğum kadarıyla, o filmleri görmeye çalışıyorum. Yaz Saati, Rövanş, Tony Manero, Yabancılar, Baader Meinhof, İl Divo, Belalı Düğün, Tulpan, Gir Kanıma, Nâzım Hikmet'in Küba Seyahati (belgesel), Güzel İnsan, Hoşgeldiniz, Atları da Vururlar...
"Hoşgeldiniz" zaten Festival'in açılış filmiydi. Beğenerek seyrettim. Çağdaş bir Romeo-Jülyet hikâyesi. Ama bunun yanı sıra, Fransa'nın sığınmacılara karşı uyguladığı acımasız yöntemlerin ciddi eleştirisi de yapılıyor. Savaştan kaçan Iraklı bir Kürt genci Bilâl, Londra'daki kız arkadaşı Mina'ya kavuşmak istiyor. Başka kaçaklar da var Fransa'da. Tam bir cehennem hayatı yaşıyorlar. Bu film Fransız Parlamentosu'nda gösterilmiş ve milletvekilleri ülkelerine kaçak gelenlere karşı daha iyi davranılmasına yol açacak yasal düzenlemeler yapılması gereğine inanmışlar.
Festival'in güzel tarafı, yıllardır ihmal ettiğimiz Beyoğlu'ndaki sinemalara gitmek, filmden önce, ya da sonra, saatine göre, gene Beyoğlu'nda açılan çok sayıdaki lokantalardan birine uğramak.
Türkiye'de kriz var ama doğrusu, Beyoğlu'nda pek fark edilmiyor. Belki de, güzel havaların tesiriyle, İstiklâl caddesi insanla dolup taşıyor. Festival, sadece sanat değeri yüksek filmler seyretmemize değil, aynı zamanda, Beyoğlu ile hasret gidermemize de yarıyor.