Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İBRAHİM KALIN

Türkiye, Endülüs ve "convivencia"

Türkiye'de yine ortalık toz duman. Balyoz operasyonuyla ilişkisi olduğundan şüphelenilen askerler savcılar tarafından sorgulandı. Kimileri bunu hükümetin askere karşı yani bir "rövanşı" olarak yorumladı. Halbuki bu bir normalleşme süreci. Zira bir hukuk devletinde kimse hukukun ve kanunların üstünde değildir. Üstelik "asker suç işlemez" diye bir kural yok. Bunu askerler de söylüyor. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ elindeki tarihi fırsatı kullansa ve bu iddia ve söylentilerin üzerine bizzat kendisi gitse, belki de geçen haftaki görüntüler yaşanmayacaktı.
Sayın Başbuğ'un elinde hâlâ böyle bir fırsat var. Demokrasiye inandığını bildiğimiz Başbuğ, orduyu olması gereken yere yani siyaset dışına çekmek için somut adımlar atsa, hem bu tartışmaların arkası kesilecek hem de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bugünlerde çok tartışılan imajı yıpranmaktan kurtulacak. Türkiye'nin tam ve olgun bir demokrasiye geçmesi, sivil-asker ilişkilerini doğru bir zemine oturtmasına bağlı. Burada sorumluluk hem sivillere hem de askerlere düşüyor.

"Medeniyet projesi"
Fakat bu normalleşme süreci "rövanşist" bir mantıkla değerlendirildiğinde, ortalık geriliyor. Böyle iç gerginlik dönemlerinde de yabancıların en fazla sorduğu soru şu oluyor: Nasıl oluyor da Türkiye komşularıyla bu kadar iyi ilişki geliştirirken, içerde sürekli gerginlik yaşıyor? Normalde tersi olması gerekmez mi? Yani bir ülkenin önce iç dengelerini kurması ve huzuru temin etmesi, ondan sonra bunu dış politikaya yansıtması beklenmez mi?
Normalde böyle olması gerekir ama Türkiye henüz o kadar normal bir ülke değil. Başbakan Erdoğan, İspanya Başbakanı Zapatero ile beraber BM Medeniyetler İttifakı'nın eş başkanlığını yürüten bir lider. Bunu şahsı yahut partisi değil, Türkiye Cumhuriyeti adına yapıyor. Medeniyetler İttifakı'nın temel değerlerini uluslararası platformlarda sıkça dile getiriyor. Cehalete, düşmanlığa, önyargıya ve çatışmaya karşı ittifakı, işbirliğini, anlayışı, hoşgörüyü savunuyor. Komşularla sıfır problem politikasını da Türkiye'nin AB üyeliğini de bu çerçeveye oturtuyor ve bunun bir "medeniyet projesi" olduğunu söylüyor. Türkiye'deki kakofoni içinde buna kulak kabartan var mı?

Nedir convivencia?

Başbakan bu hafta yaptığı İspanya ziyaretinde yine bu hususların altını çizdi ve ortaçağ Endülüs İslam medeniyetinin tarihi tecrübesini ifade eden "convivencia" kavramına dikkat çekti. Bu kelimeyi ilk olarak İspanyol tarihçiler kullandılar. Kabaca, "bir arada ve birlikte yaşamak" anlamına geliyor. Endülüs coğrafyasında (yani bugünkü İspanya'nın orta ve güney bölgelerinde) 711 ile 1492 yılları arasında yayılan yaklaşık yedi asırlık bir medeniyet tecrübesi bu. En büyük özelliği, "convivencia" kelimesinin özetlediği çoğulculuk ve barışçıl rekabet ortamı.
Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman cemaatlerin bazen savaşarak bazen anlaşarak vücuda getirdiği Endülüs medeniyeti, "ortaçağ karanlıkları" efsanesine de meydan okuyor. Bilim, felsefe, teoloji, eğitim, sanat, mimari ve şehircilik alanlarında zirve eserlerin verildiği bir dönem bu. Büyük İslam filozofu İbn Rüşd ile Yahudi düşünce tarihinin en büyük isimlerinden ve kimilerinin "İkinci Musa" dediği Musa ibn Meymun, aynı Kurtuba sokaklarında dolaştılar. Mürsiya doğumlu büyük bilge ve sufi İbn Arabi, evrensel manevi mesajını Endülüs'ten Konya'ya kadar geniş bir coğrafyaya yaydı. Endülüslü Müslüman yöneticiler, Yahudi ve Hıristiyanları bakan, doktor, mütercim, büyükelçi olarak atamakta hiçbir sorun görmediler. Savaşlara, talanlara, entrikalara rağmen ortaya hâlâ hayırla yad edilen bir Endülüs çıktı. Ziya Paşa'nın dört ciltlik Endülüs Tarihi'nden Abdülhak Hamid'in tiyatro eserlerine, Şemseddin Günaltay'dan Sezai Karakoç'a kadar pek çok Türk müellifi Endülüs'e hakkını teslim etti.
Fakat Endülüs'ün hakkını teslim etmek, hele ona bir nostalji olarak bakmak yetmiyor. Temel soru, Türkiye'nin kendi "convivencia" sını inşa edip edemeyeceği. Türkiye yeni bir toplumsal sözleşmenin doğum sancılarını yaşıyor. Bu sözleşmeyi nasıl yazacağız? Hangi değerleri esas alacağız? Bu soruları doğru cevaplayabilsek, yargı reformunu da, yeni anayasayı da, sivil-asker ilişkilerini de bir sorun olmaktan çıkaracağız. Umulur ki ondan sonra bir "Türk convivencia"sı ortaya çıkar.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA