Cengiz Çandar ve Hasan Cemal'e konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye'de darbeler ve muhtıralar döneminin bittiğini söyledi. Orduya atfedilen bu tür söylentilerin Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bir saygısızlık olduğunu da ekledi. Daha iki yıl önce Cumhurbaşkanlığını önlemek için bir emuhtıranın muhatabı olan bir kişinin bu sözleri ifade etmesi dikkat çekici. Ben kendi adıma Cumhurbaşkanımızın samimiyetinden şüphe etmiyorum. Bunu bir tespit olarak ortaya koyuyor. Fakat Sayın Gül'ün bu ifadesinin darbe heveslilerine bir mesaj olduğu da açık.
Türkiye'de iki darbeci türü var. Biri "darbe yapalım" deme gücüne sahip olanlar. Geçmişte bunun örneklerini gördük. Gerekçesi ne olursa olsun güç temerküzünü yapabilen aktörler kendilerini siyasetin, hukukun ve milli iradenin üstünde görebiliyor. Güç temerküzü sağlandıktan ve farklı araçlarla tahkim edildikten sonra darbe ve darbemsi müdahaleler için zemin "bir şekilde" hazır hale geliyor.
İkinci tür darbeciler "bir darbe olsa da rahatlasak" diyen ikinci halkadaki aktörler. Onların doğrudan darbe yapacak gücü ve kapasitesi yok. Ama darbeci yapıları güçlendiren, meşrulaştıran ve yaygınlaştıran dinamikleri harekete geçirebiliyorlar. Bu ülke "Ordu göreve!" diye pankart taşıyan rektörler, öğretim üyeleri gördü. Bazen darbe dalgası, bu ikinci halkalardan başlayıp diğer kesimlere sirayet edebiliyor. Cumhurbaşkanı Gül "darbeler dönemi bitmiştir" derken iki tür darbe heveslilerine de açık bir mesaj gönderiyor.
Normalleşme sancıları
Fakat Sayın Gül'ün mülakatta kullandığı kilit kelime normalleşme. Yani siyasetin, toplumun, sivil-asker ilişkilerinin, yargının, iş dünyasının, dış politikanın normalleşmesi. Bu, demokratik meşruiyetin ve hukukun üstünlüğünün hâkim olduğu siyasi ve toplumsal bir zeminin yeniden inşa edilmesi anlamına geliyor. Kimsenin hukukun üstünde olmadığı, seçimle gelenin seçimle gittiği, "devlet sırrı" adı altında kimsenin el çabukluğu peşinde olmadığı, herkesin hukuk ve demokrasi içinde sınırlarını bildiği bir Türkiye. Böyle bir Türkiye normalleşmiş, medenileşmiş, insanileşmiş bir Türkiye'dir.
Başbakan Erdoğan'ın da son dönemde özellikle dış politika bağlamında sıkça kullandığı normalleşme ifadesi, Türkiye'deki dengelerin medeni ve insani ölçüler içinde yeniden kurulmasına atıfta bulunuyor. Başbakan Erdoğan "dış politikanın ekseni kayıyor" diyenlere "hayır dış politikada bakış açımız normalleşiyor, alan genişliyor" diye karşılık veriyor. Kendi ifadesiyle "artık dere yatağında akmaya başlıyor." Başbakan Türk büyükelçilerine yaptığı konuşmada da bu noktanın altını çizdi: Başka ülkeler kendi komşularıyla ilişkilerini geliştirdiğinde bu normalleşme oluyor; Türkiye aynı şeyi yapınca bu eksen kayması oluyor!
İçerde ve dışarıda normalleşme
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da bu normalleşme sürecinin altını çiziyor. Davutoğlu'nun yeni bir hedef olarak ortaya koyduğu "hattı diplomasi yoktur, sathı diplomasi vardır; o satıh bütün dünyadır" ifadesi, dünyaya başka ülkelerin başkentlerinden değil Türkiye'den bakabilen bir zihni donanımı ve özgüveni yansıtıyor. Davutoğlu'nun Türk vizyonu dediği şey, yeni Osmanlıcılık yahut yeni emperyal maceralar değil. Kastettiği şey, dünya olaylarına Türkiye'den bakabilmek. Ama sadece bakıp seyirci kalmak değil. Aynı zamanda adım atmak, taşın altına elini koymak, risk almak, strateji geliştirmek. Bütün bunlar normalleşme sürecinin asli unsurları.
Türkiye 2010'da kapsamlı bir normalleşme yaşayabilir. Bunun için gerekli olan demokratik olgunluğa, sağlam sosyal dokuya ve tarihi derinliğe sahibiz. Kürt sorununun çözümü de bu normalleşmenin sağlanmasına bağlı. Zira dengelerin normal kurulduğu bir Türkiye'de ne Kürtler kimliklerinden dolayı hor görülecek, ne de birileri hak mücadelesi adı altında irrasyonel terör politikalarına başvuracaktır. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, bu normalleşmeyi Türkiye'nin en zor ve çetrefil meselesinde gerçekleştirmeye çalışıyor.
Türkiye'nin yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı var. Normalleşme, bu sözleşmenin çatısını temkinle ve sabırla kuruyor. Kürt meselesinden siyasi partiler yasasına, temel hak ve özgürlüklerden AB reform sürecine ve sivil anayasaya kadar her alanda normalleşme sürecini yaşayan bir Türkiye, tabuların, korkuların, kozmik odaların değil, insani ve medeni ilişkilerin şekillendirdiği bir ülke olacak. Yeter ki bugüne kadar "anormal bir Türkiye" yaratmak için uğraşıp duranlar gölge etmesin!