Hz. Lut Peygamber'in kavmi azgınlaştıkça edeb ve haya perdelerini de silmişlerdi. Artık kadınları terk etmiş erkeklere yanaşıyor ve iffetli insan bırakmıyorlardı.
Yüce Allah onların bu azgınlıklarına ceza olarak feci bir son hazırlamıştı. Güzel delikanlıların görüntüsünde meleklerini Hz. Lut'a gönderdi. Genç erkekleri gören Hz. Lut'un azgın kavmi kapıya dayanıp delikanlıları kendilerine teslim etmelerini istediler.
Müthiş bir korku ve mahcubiyet içinde ne yapacağını bilemez hale düşen Hz. Lut (a.s.) kavmine dönüp şöyle seslenir: "Sizin içinizde reşid (akil) tek adam yok mu?" (Hud suresi, 78. ayet). Bu örneği sadece reşid kelimesinin Kurani değeri için kullandım.
Benzeri bir ifadeyi Hz. Peygamber (s.a.v.) bir olay üzerine kullanmıştır. Bir sefer sırasında birbirini çok seven bir çifti birbirinden ayıran sahabesinin tavrı, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) iletildiğinde bu toleranssız harekete hiddetlenir ve şöyle buyurur: "İçinizde hiç mi reşid bir adam yoktu. İnsaflı insan yok muydu aranızda."
Kuran-ı Kerim vahiyle aydınlanmış vicdana ve iman eden akla davet eder.
Aklını ve mesaisini vahiy süzgecinden geçirmiş, gerçekten reşit olan insanlara her zaman ihtiyaç vardır ama reşid bir toplum oluşturmadıkça problemlerimizi çözmede yorulacağız. Zorlanacağız.
Peki reşid (akil) bir toplumu nasıl kurabiliriz?
1- Toplum bireyleri arasına sevgi tohumları serperek.
2- Bencilliği engelleyecek bir ruh terbiyesi vererek.
3- Kıskançlıktan, bencillikten, benmerkezcilikten sıyrılarak.
4- Birbirimizi iğnelemekten vazgeçerek.
5- En güzel faaliyete bile muhalefet etmekten vazgeçerek.
6- Doğru olan bir hareket düşmanımızdan dahi gelse takdir ederek.
7- Tartımızda, ticaretimizde, alışverişimizde sahte iş yapmamakla.
8- Başkasının hakkını ve hukukunu kendi hakkımız ve hukukumuz gibi görmekle.
9- Harama ve haksızlığa el uzatmamakla.
10- Başkasının yaşam hakkının bizim kadar değerli olduğunu kabul ederek.
11- Başkasının onur ve namusunu kendi onur ve namusumuz gibi görerek.
12- Kalp kırmayarak, baş yarmayarak, şiddet göstermeyerek.
13- Mazlumun yanında tavır alarak, saf tutarak reşid bir toplum olabiliriz.
***
Peygamberimiz (s.a.v.) bizlere "kardeşim" diyor
Bizler Hz. Peygamber'e (s.a.v.), peygamberimiz diyoruz. O ise bize kardeşim diyor. Bizi kardeşi yerine koyuyor. Bundan daha büyük bir şey düşünülebilir mi? Hem ümmetiyiz, hem kardeşi.
Ebu Hureyre (r.a.) bunu şu hatırasıyla aktarıyor:
Peygamber (s.a.v.) bir mezarlığa gidip orada yatanlara selam verdi.
"Selam size ey müminler topluluğunun memleketinde (diyarında) olanlar. Biz de inşallah size katılacağız" diye buyurdu. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) "din kardeşlerimizi dünyada görmüş olmayı çok arzu ederdim" buyurdu. Sahabiler:
- Ey Allah'ın elçisi, biz senin din kardeşlerin değil miyiz dediler?
O (s.a.v.) "siz benim sahabilerimsiniz -arkadaşlarımsınız-. Kardeşlerim de, benden sonra gelen müminlerdir ve ben havuz üstünde öncünüzüm" buyurdu. Sahabiler:
- Ey Allah'ın Peygamberi, senin ümmetinden olup da henüz dünyaya gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın diye sordu.
Efendimiz (s.a.v.) "Söyleyin bakalım. Yağız ve doru at sürüsü içinde bir adamın sakar ve sekir atları bulunsa, adam kendi atlarını tanımaz mı" diye sordu. Sahabiler, "Evet tanır" dediler.
Efendimiz (s.a.v.) "İşte onlar da kıyamet günü abdest izinden dolayı yüzleri, kolları ve ayakları nurlu olarak gelirler" dedi. Sonra şöyle devam buyurdu: "Ben havuz üstünde sizin ve onların öncüsüyüm."
Sonra şöyle devam etti: "Birtakım adamlar kayıp devenin sudan kovulduğu gibi benim havuzumdan muhakkak kovulacaklar. Ben (onlara hitaben) dikkat ediniz. Buraya geliniz diye onları çağıracağım. Fakat (melekler bana) ondan senden sonra muhakkak (dinde) değişiklik yaptılar, diyecekler ve onlar geri dönmeye devam edecekler. Ben de haydin uzaklaşın, uzaklaşın diyeceğim. (İbn Mace, Hd: 4306)
***
Günahlarınızı hatırlayınız
Günahkâr olmayanımız yoktur. Her birimizin kendisine göre günahı vardır. Çok veya az. Bu nedenle de hiçbirimizin ötekini suçlamaya, hor görmeye hakkı da yoktur.
İnsanoğlu günah işleyebilir. Ancak günah işlemesinden daha büyük günah o günahı küçük görmesidir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) küçük günahlarda ısrarlı davrananın büyük günah işlemiş olduğunu ifade buyuruyor.
İşlenen günahlar kalpte siyah birer leke oluşturur. Tevbe edildiğinde ise kalpteki o izler -paslar- cilalanıp temizlenir.
Ancak tevbe edilmez de günahlar çoğalmaya devam ederse, kalpteki siyah lekeler çoğalır. Bir müddet sonra kalp simsiyah hale gelir (Mütaffifin suresi, 14; İbn Mace, 4244)
Günahları hatırlamak affa ulaşmaktan ümit kesmek anlamına gelmiyor elbette. Günahları hatırlamak, yeni günah işlemenin yolunu tıkar. Tıkamalıdır. Gerçek mümin küçük bir günah işlediğinde bu günahı başının üzerine düşecek bir "kaya" gibi görür. Bu elbette erdemli bir Müslüman'ın halidir. Günah işlemek değil, günahtan utanmamak, pişman olmamak felakettir. Çünkü bu durumdaki kişi büyük günahları burnunun ucuna konan sinek kadar önemsiz görür. Bu hali de içinde günaha karşı direncini kırar. O artık günah işlemeyi hayatının rutin bir hali gibi görür.
***
Hadissiz, peygambersiz bir din arama fitnesi!
Bize Kuran-ı Kerim yeter, başka kaynağa ihtiyacımız yok diyenler aslında dolaylı olarak Hz. Peygamber'i (s.a.v.) ve O'nun yaşantısı ile hadislerini inkâr ediyorlar. Hz. Peygamber'i (s.a.v.) doğrudan doğruya inkâr edemeyince olayı böyle takdim ediyorlar. Bu, yoldan çıkmış ve sapkın olarak nitelendirilmiş olan
HARİCİ kurnazlığıdır. İbadetlerle oynama kurnazlığıdır. Ve aynı zamanda yaman bir çelişkidir.
Hadisleri kabul etmeyenlere sormak lazım; beş vakit namazı, namazların rekatlarını, namazı bozan halleri, zekât miktarını, hacda nasıl tavaf yapacağımızı, tavafta kaç dönüş yapacağımızı gibi bütün ibadetlerin detaylarını nereden bulacağız. Kuran-ı Kerim de bunların hiçbirinin detayı yoktur.
Yüce Allah, bunu detaylandırma görevini -beyan görevini- Hz. Peygamber'e (s.a.v.) vermiştir. (Nahl suresi, 44, 64) Kuran-ı Kerim, genel kuralları koyar, Hz. Peygamber (s.a.v.) de Cebrail'den gelen açıklamaları ile Kuran'ı yorumlar.
Hadisleri kabul etmeyenler veya keyfi olarak hadislerle oynaşanlar işlerine gelince en zayıf rivayeti sahih ilan ederler, en sahih ve güçlü hadisleri ise uydurma ilan ederler. Kendi akıllarını referans kabul ederler. Kendi akıllarına uyana "doğru", uymayana "yanlış" derler.
Bu tür insanların akıllarının ne olduğu da ortada.
Hz. Ali (r.a.) çağındaki fitnelerle savaşırken bu tezgâhı, yani harici tezgâhı çok iyi görebilmiş ve tedbirini almıştır. Haricilerle görüşmeye gönderdiği dostuna Hz. Ali'nin tavsiyesi çok manidardır:
"
Onlarla konuşurken Hz. Peygamber'den (s.a.v.) delil getir ve hareket et. Hadislerle delil getir. Zira Kuran-ı Kerim -zu vücuh- çok yönlüdür. (Kötü niyetliler O'nu kötü amaçları için istismar edebilirler. Sen hadisleri delil getirerek konuş ki onlar Kuran-ı Kerim'i istismar edemesinler) ayetleri hadisle yorumla ki bu sahtekârlara prim verme Hz. Ali (r.a.) mescidinde konuşma yaparken mescidin gerisinden kalkan hariciler bağırırlardı: "Hüküm Allah'ındır." Hz. Ali cevap veriyordu. "
Cümle doğru, ama niyet kötü. Siz bu doğru cümleyi şer niyetiyle kullanıyorsunuz. Niyetiniz şerdir. İşte günümüzde; "Bize Kuran-ı Kerim yeter. Diyenler de temelde doğru olan bir sözü hadisleri ve Hz. Peygamber'i (s.a.v.) reddetmek amacına hizmet için kullanıyorlar. Söz temelde doğru, ama hedef kötü, amaç şer. Niyet yanlış. Bu sözü kullanarak, Hz. Peygamber'i etkisiz kılmaya çalışıyorlar. Biz bunu görüyoruz. Farkındayız. Ve millet de bunu fark ediyor.
***
Ömer bin Abdülaziz mezarlığın başında
Emevi halifelerinin en adil olanıydı. Hz. Ömer'in torunudur. Mehmet Akif Ersoy; Ömer bin Abdülaziz ve neslini '
Asım Nesli' olarak tanımlayacaktı.
Adalette, Hz. Ömer'e çok benzeyecektir. Kısa süren halifeliği o kadar hassas dengede götürdü ki, zehirlenerek şehid edildi. Kılıkırk yarıyordu. Yağcılara, sahte alkışlara, içten pazarlıklı sırdaşlara müsaade etmedi. Onları huzurundan kovdu. Kısa sürede bu insanlar tarafından düşman ilan edildi. Ve zehirlenerek şehit edildi.
O bir gün mezarlığa gitti. Baba ve dedelerinin (Emevi sultanlarının) mezarına bakıp şöyle dedi: Bunlar benim dedelerim. Umeyye oğullarının kabirleri. Sanki onlar bu dünyada hiç yaşamadılar. Sanki hiç zevk tatmadılar. Baksana orada öylece yatıyorlar. Hiç sesleri çıkmıyor. Kulak ver, onlardan bir şey duyamazsın. Onlara ibretlik cezalar verildi. İmtihan edildiler. Bedenleri ihtiyarlatıldı. Böylece toprağa gittiler. Yanındaki dostu
Mehran diyor ki, Ömer bunları dedikten sonra ağlamaya başladı. Biraz sonra kendine geldi.
Şöyle dedi: Allah aşkına beni buradan götür. Yemin olsun ki onlar büyük nimetlere ulaşmışlardı. Ve sanki hiç azap gelmeyecek sanıyorlardı. Ve işte böyle yakalandılar.