Modernlik, tarihselci (historicist) ve gerekirci (determinist) yönleri güçlü kapsayıcı kuramlar ve bunlara dayalı mega söylemlerin önünü açmıştır. En çarpıcısı Marksist kuram olan bu yaklaşımlar "insanlığın evriminin belirleyicileri" ve "toplumlar arasındaki farklılıkların kökenleri" benzeri "büyük" soruları cevaplandırmaya gayret etmişlerdir. Örneğin Marksist analiz ve onun Karl Wittfogel benzeri akademisyenler tarafından gerçekleştirilen uyarlamaları kapsamlı verilere dayanarak "üretim biçimleri" ve onları oluşturan nedenler üzerinden fazlasıyla iddialı, kesin yargıları dile getirmişlerdir.
Kuramdan entelektüel fantaziye
Bu şekilde üretilen kapsayıcı kuramlar ciddî araştırma ve karşılaştırmaların neticesiydi. Örneğin Wittfogel'in "hidrolik toplumlar" tezi eleştiriye açık pek çok yönüne karşılık bir yaşama sığdırılması güç devâsâ bir araştırmanın verilerine dayanıyordu.
Süreç içinde kapsayıcı kuramlar ve mega söylemler alanında popülerleşme yaşanmıştır. Akademik pragmatizm nedeniyle bilhassa Atlantik'in Batı yakasında egemen olan bu yaklaşım "kapsayıcı kuram" üretimini ikinci el kaynaklar taranarak "herşeyi açıklayan gözden kaçmış tekil belirleyici"yi bulma amaçlı "entelektüel fantazi" yaratma faaliyetine indirgemiştir.
Harvard Üniversitesi profesörlerinden Daron Acemoğlu ve James Robinson'ın The Origins of Power, Prosperity, and Poverty: Why Nations Fail başlıklı çalışması da, son tahlilde, bu sınıflamaya dahil edilmelidir. Bu tür kitaplar yayınlandıklarında büyük ilgi uyandırmakta, çok satan listelerinin başına yerleşmekte, on yıl kadar süren bir zaman diliminde tartışılmakta, daha sonra ise kütüphanelerin depo kısımlarına nakledilmektedir.
Alanlarının en parlak ve üretken akademisyenlerinden olan Acemoğlu ve Robinson'ın aşırı mekanik, başta coğrafya olmak üzere tüm diğer belirleyicileri dışlayan yaklaşımı Jared Diamond tarafından yapılanlara benzer eleştirilerin dile getirilmesine neden olmuşsa da, kitabın en önemli sorunlarından birisi olan "tarihi aşırı genelleştirici ikinci el malzemeden yeniden üreterek kapsayıcı kuram üretme" ve bunun neticesinde "tarihe dayanmayan tarihsel nedensellik inşa etme" olduğu vurgulanmamıştır. Günümüz toplumlarının kaderini, kurumlarının "toplayıcı" ya da "kapsayıcı" devlet yapıları tarafından yaratılmış olduğunun belirlediğini savunan, bu ayrımın bir "gümüş kurşun" işlevi gördüğünü ileri süren çalışmanın 2012'de yayınlandığı gözönüne alınırsa bunların süreç içinde dile getirileceği şüphesizdir.
Ortadoğu'nun günah keçisi
Bu çalışma bunun yanı sıra yaptığı Osmanlı değerlendirmeleri ve Ortadoğu'nun güncel sorunlarını bunlar üzerinden açıklaması nedeniyle de tenkit edilmelidir.
Çalışmanın mekanikliği ve günümüzü tekil bir belirleyici üzerinden açıklama iddiası nedeniyle eleştirel okuma yapacak bilgiden yoksun toplumumuz literatisine cazip geleceği (kitabın ilgili bölümlerinin gazete tefrikası haline getirilmesi bunu ortaya koymaktadır), onun Osmanlı geçmişi ile ilgili tezlerinin fazla sorgulanmadan kabul olunacağı şüphesizdir.
Acemoğlu ve Robinson, Ortadoğu'daki temel kurumların, Latin Amerika'nın siyasal ve ekonomik "kurumları"nın beş yüz yıl süre ile İspanyol kolonyalizmi tarafından biçimlendirilmesine benzer şekilde, "Osmanlı kolonyalizmi" tarafından şekillendirildiğini ileri sürüyorlar.
Kendilerinin Lloyd George'un Büyük Savaş sırasında "Ortadoğu'nun neden Osmanlı'ya bırakılamayacağını" açıklayan söylemini tekrarlayan anlatımına göre bölgenin kaderini "coğrafya" değil "Osmanlı yayılmacılığı sonrasında ortaya çıkan kurumsal yapılanma" belirlemiştir.
"Osmanlı kolonyalizmi" benzeri fazlasıyla sorunlu bir kavramsallaştırmayı keyfemâyeşâ kullanan yazarlar, Osmanlı "ana ülkesi" ile "kolonileri" benzeri ayrımlar yapmanın zorluğunu gözardı etmenin yanı sıra Ortadoğu olarak dile getirilen toprakların önemli bölümünde on altıncı asırdaki Osmanlı "yayılması" sonrasında ekonomik yapılanma ve uygulamada herhangi bir değişikliğin yapılmadığı, yeni kurumlar yaratılmadığı gerçeğini de görmezlikten gelmektedirler.
Osmanlı devleti bu bölgede Suriye'deki bâzı alanlar dışında timarlar tesis etmediği gibi mevcut vergilendirme sistemlerine de müdahale etmemiş, bölge sakinleri bunları eski usûllere göre ödemeyi sürdürmüşlerdir. Siyasal alanda da "benzer" değil yerel geleneklerden etkilenen "farklı" yapılanmalar ortaya çıkmış, devletin süreç içinde aşırı adem-i merkeziyetçi karakter kazanması ise uygulamaların neredeyse hiç değişmeden sürmesini sağlamıştır.
Martha Mundy ve Richard Saumarez Smith tarafından kaleme alınan ve birinci el kaynakları inceleyerek kıyasalamalar yapan Governing Property, Making the Modern State: Law, Administration and Production in Ottoman Syria (2007) çalışması Osmanlı reform dönemindeki değişimin de, en azından belirli bir süre, tektipleştirmekten ziyade bölgesel geleneklere dayalı ve hiyerarşisi daha zayıf bir yapılanma yaratmaya çalıştığını vurgulamaktadır.
Burada "Osmanlı"nın eşsiz, en "âdil" ve bilge idare sistemine sahip olduğu benzeri yorumlardan kaçınarak şu soruları sormak gerekmektedir: "Osmanlı bölgeye gelmese ve Ortadoğu olarak adlandırılan alan Memlûk Devleti ve yerel liderlerin idaresi altında kalsaydı ekonomik ve siyasal kurumlar farklı mı gelişecekti?" Ortadoğu'nun Osmanlı egemenliğine girmeyen bölgelerinde değişik "kurumlar" mı oluşmuştur? "Bu bölgeler 'Osmanlı yüzünden sanayi devrimini yakalayamayan' Ortadoğu alanlarının tersine değişik kurumlar mı yaratmışlardır?" "Sanayi devriminin İngiltere ve Belçika yerine Basra ve Bingazi'de başlamasını önleyen devraldığı yapı ve uygulamalarını değiştirmeyen Osmanlı idaresi midir?" Böylesi sorulara cevap veremeyecek ve Osmanlı'yı günümüz Ortadoğu'sunun sorunlarının aslî sorumlusu olarak kavramsallaştıran bir genelleştirmenin "entellektüel fantazi" alanında dahi zayıf kaldığı vurgulanabilir.
Siyasal mesaj
Acemoğlu ve Robinson kapasiteleri tartışılmayacak akademisyenlerdir. Kitapları ve Irak'da "demokrasi"nin neden tesis olunamadığını ele alan makaleleri benzeri çalışmaları "kapsayıcı bir kuram" yardımıyla global düzeyde analizler yapmayı hedeflemektedir.
Buna karşılık "kapsayıcı kuram" üretme amaçlı bu akademik faaliyetin, siyasal kullanımda farklı bir söyleme dönüştürüldüğünün altı çizilmelidir.
Çizdiği karakuşî sınırlar, çoğunlukları ezen azınlıklara verdiği iktidar desteği ve aşağılayıcı Oryantalist yaklaşımıyla bölgeyi yaklaşık yüz yıldır kan gölüne dönüştüren Batı emperyalizmi sorunların kaynağının "Osmanlı" olduğunu savunarak sorumluluğu üzerinden atmak istemektedir.
Burada Acemoğlu ve Robinson'ın amaçlarının aynı neticeye değişik analizlerle ulaşan David Fromkin benzeri popüler tarihçilerden farklı olduğu vurgulanmalıdır. Buna karşılık onların akademik analizi de popüler siyaset lisanına tercüme edilerek aynı amacın hizmetine koşulabilmektedir.