Kurumların geçmişlerinin güncel değerler çerçevesinde olumlu olarak değerlendirilebilecek yönlerini ön plana çıkarmaları olağandır. Bu yaklaşım "büyük resim" gözardı edilmediği müddetçe doğal görülebilir. Bu faaliyetin yalın bir "parlak tarih yaratma" çabasına dönüşmesi ise sadece geçmişin anlamlı biçimde değerlendirilmesine engel olmaz, bunun yanı sıra onun "tarihselleştirilmesi"ni de imkânsız kılar.
Siyasal tarihimizin en önemli kurumlarından birisi olan CHP'nin "ülkeye demokrasiyi getiren parti" olarak kavramsallaştırılması şüphesiz büyük resme bakmadan "parlak tarih yaratma" girişimlerine verilebilecek çar- pıcı bir örnektir.
Böylesi bir kavramsallaştırma tarihselleştirmeyi önlemesi nedeniyle umulan faydayı sağlayamamakla kalmaz, günümüz CHP liderliğini de sürekli biçimde kendisiyle ilişkilendirilen Tek Parti mirasını tartışmak ve üstlenmek zorunda bırakır.
CHP ve demokrasi
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan global değişim ve kurulmaya çalışılan yeni uluslararası düzen Avrupa'da bilhassa 1930 sonrasında yaygınlık kazanan tek parti rejimlerinin devamını güçleştirmiştir. Türkiye'de tek parti karar alıcıları bu değişimi doğru okuyarak ona direnmemişlerdir.
Bu şüphesiz önemli bir tercihtir. Bunun gönüllü yapılmadığı, bu yönelimde uluslararası baskının hatırı sayılır rol oynadığı doğrudur. Ancak benzer baskılara karşın İspanya ve Portekiz baskıcı rejimleri sürdürmüşler, Franco 1953 Madrid Paktı'na kadar uluslararası izolasyona katlanmış, Salazar ise "yeni dünya düzeni"nden fazla etkilenmemiştir. Soğuk Savaş'ın yarattığı ortam bu iki lidere komünizm karşıtı kutba eklemlenerek rejimlerini uzun süre devam ettirme imkânı sağlamıştır. Dolayısıyla CHP lideri İsmet İnönü'nün bu alandaki kararının önemi küçümsenemez.
Buna karşılık CHP'yi sadece bu karar üzerinden "demokrasiyi getiren parti" olarak kavramsallaştırmak son tahlilde büyük resmi dışlayan bir "parlak tarih yaratma girişimi"dir.
Büyük resme bakıldığında CHP'nin bunun yanı sıra demokrasinin "engellenmesinde" de etkin rol oynadığını görmek zor değildir. Bu alanda apolojetik "dönemin şartları" yorumuna sığınmak bu gerçekliği değiştirmez.
Kaçınılmaz mıydı?
İstiklâl Harbi zaferle neticelendiğinde toplumun önünde, her ikisi de evvelce hayata geçirilmiş, iki seçenek bulunmuştur. Bunlardan birincisi 1908-1912 arasında son derece ağır iç ve dış gelişmeler ile çözülmekte olan bir çok uluslu imparatorluk koşullarına karşın yaşanmış olan çoğulculuktur. Bu koşullara karşılık basın hürriyetinden dernekleşmeye, siyasal rekabetten entelektüel tartışmaya uzanan bir yelpazede toplum en özgür ve çoğulcu dönemini yaşamıştır.
Varolan ikinci seçenek ise 1913-1918 döneminde yaşanan fiilî tek parti iktidarıdır. Bu dönemde savaş koşullarının da yardımıyla toplumsal alanın her köşesini kontrol altına almaya çalışan baskıcı tek parti bir "toplumsal mühendislik" projesini yaşama geçirmeye çalışmış ve hatırı sayılır mesafe katetmiştir.
1919 sonrasında "yeni dünya düzeni"ne karşı gerçekleştirilen son derece zor bir mücadele (müdafaa -i hukuk) ise günümüzde "grassroots" olarak adlandırılan toplumsal tabandan yukarıya doğru bir hareket biçiminde başlamıştır. Söz konusu şartlar altında oluşturulan meclis de tercihini çoğulculuk ve özgür tartışmadan yana yapmıştır.
Buna karşılık meclis çoğunluğu bilhassa 1921 sonrasında "müdafaa-i hukuk" hareketini bürokratik kontrol altına sokarak "resmîleştirme" siyasetini benimsemiş, 9 Eylül 1923'te kurulan CHP ise bu projenin ürünü olmuştur. CHP genellikle varsayıldığı gibi "dönemin koşulları" nedeniyle demokrasi karşıtı bir pozisyona kaymamış, bizatihi bu amaçla kurulmuştur.
Bu açıdan bakıldığında CHP bir değil iki kez demokrasiyi engelleyen parti olmuştur. İlk olarak Halk Fırkası böylesi bir amaçla kurulmuş ve "müdafaa- i hukuk" hareketinin bürokrasi diktatörlüğünü savunan resmî "ilerlemecilik" ideolojisine dönüştürülmesinin son halkasını oluşturmuştur.
Buna karşılık Büyük Savaş sonrası dünyasında ağır basan "çoğulculuk" eğilimleri ve 1908-1912 ve 1919 sonrası deneyimleri Tek Parti'ye geçişin kolay olmaması neticesini doğurmuştur. Burada "dönemin koşulları"nın, 1929 Ekonomik Buhranı sonrasında değişen dünyanın tersine, tek parti diktatörlüklerine zemin hazırlamadığının altı çizilmelidir. CHP kurulduğunda Avrupa'daki otuz iki devletten yirmi sekizinin rejimi "çoğulcu demokrasi" idi.
Benzer şekilde Erken Cumhuriyet döneminde bastırılacak feminist ve sosyalist hareketlerin önemli bir ivme kazandığı, bağımsız, özgür yayıncılığın yerel düzeyde bile zirve yaptığı bir dönemi yaşamış bir toplumda "tek parti baskıcılığı" dışında bir model uygulanamayacağını savunmak da anlamsızdır.
Kapsamlı toprak kayıpları, darbe girişimleri, Yemen, Asir ve Arnavutluk isyanları benzeri büyük iç sorunlar ve Trablusgarb Harbi benzeri savaşlara karşılık yürütülebilmiş olan "çoğulculuk"un, Şeyh Said isyanı ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası muhalefeti nedeniyle imkânsız hale geldiğini, tek seçeneğin Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklâl Mahkemeleri olduğunu iddia etmek de gerçekçi değildir.
Bu açıdan bakıldığında bizatihi "çoğulculuk karşıtı" bir örgütlenme olarak kurulmuş olan CHP, demokrasiyi uygulamaya çalıştığı "ilerleme" programına tehdit olarak algılamış ve onu engellemiştir.
Büyük resim ve tarihselleştirme
Görüldüğü gibi büyük resim üzerine yapılacak bir değerlendirme, sadece İkinci Dünya Savaşı sonrasında varılan bir tercihe dayalı yorumdan farklı neticeler vermektedir. Burada önemli olan CHP'nin "büyük resme" nasıl yaklaşacağıdır.
CHP bu resmin arka fonundan kesintiler yaparak onları büyütmek, böylece "parlak tarih inşa etmek" yerine, onun tamamını değerlendirmeli, o resimdeki olumsuzlukları "dönemin koşulları" benzeri mazeretlere sığınmadan eleştirmeli ve geçmişimizin bu önemli kesitini tarihselleştirmelidir. Bu, toplumun fazlasıyla sorunlu gördüğü bir dönem ve siyasetlerinin kendisiyle özdeşleştirilmesini önleyecektir.
Tartışmalı dönemlerin "tarihselleştirilmesi" kolay değildir. Bir örnek vermek gerekirse Martin Broszat ile Saul Friedlaender arasındaki "dönem tarihselleştirmesi" tartışması (burada bu tartışmanın ele aldığı dönem ile Erken Cumhuriyet arasında bir paralellik kurulmaya çalışılmamaktadır) bunun ne denli zor olduğunu gösterir.
Ancak CHP iki savaş arası dönem ideolojisi ve baskıcı siyasetlerini savunan marjinal bir parti haline dönüşmek istemiyorsa bunu yapmak zorundadır...