Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Muhalefet sorunu: Kırıkçının macunu

Türkiye'nin en önemli sorunlarından birisi miadı çoktan dolmuş bir toplumsal mühendislik projesinin toplumun iki temel siyasal kutbundan birisi olmayı sürdürmesidir

Geçen haftaki değerlendirmemizde muhalefetin topyekûn "karşıtlık"a yönelmesinin Türkiye'yi içinden çıkılması zor bir sarmala sokabileceğini ve bunun önlenmesi için hem iktidar ve hem de muhalefete sorumluluk düştüğünü dile getirmiştik.
Bu tespit ve beklenti Türkiye'nin ciddî bir "muhalefet sorunu" olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Toplumumuzda çok partili hayata geçişten beri kısa zaman dilimleri istisnâ edilirse orantısız bir siyasal rekabet yaşanmaktadır.
Kalkınmacı muhafazakâr ve devletçi modernleşme kutupları etrafında şekillenen siyasetimiz, ağırlıklı biçimde birinci kutbun kontrolü altındadır. Siyasetin merkezinde yer alan bu iki örgütlenme dışında değişik görüşleri temsil eden partiler mevcuttur. Ancak merkez oldukça geniş bir alana yayılmaktadır.
Bunun yanı sıra milliyetçiliğin toplumun geneli tarafından içselleştirilmiş olması ve söz konusu iki kutup tarafından da güçlü biçimde sahiplenilmesi nedeniyle "milliyetçilik"in, muhafazakâr kalkınmacılığın geleneğe güçlü biçimde sahip çıkmasından dolayı "muhafazakârlık"ın ve devletçi moderleşmenin "solculuk" iddiasının neticesi olarak da "sol"un ancak daha radikal biçimleri siyasal yelpazede temsil edilebilmekte, bu nedenle de etkileri sınırlanmaktadır .
Kapsamlı toplumsal değişim, büyük global dönüşümler ve zamanın ruhundaki farklılaşma toplumumuz siyasetindeki kalkınmacı muhafazakârlık egemenliği üzerinde son derece sınırlı tesirler icra etmiştir. Bu uzunluktaki bir sürecin sadece kalkınmacı muhafazakârlığın başarısıyla açıklanabilmesi mümkün değildir. Siyasetin karşı kutbunu oluşturan ve yaklaşık yetmiş senedir "muhalefet mahkûmu" haline gelen devletçi modernleşme de söz konusu siyaset yapılanmasının şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır.

İdeolojik bagaj
Devletçi modernleşmenin süregelen başarısızlığının temel nedeni şüphesiz bu ideolojinin miadını uzun süre önce doldurmuş olmasıdır. Değişik modernlikler değil "tekil bir modernlik" olduğu varsayımına dayanan ve bunu devlet eliyle "öğrencileri" olarak gördüğü toplum bireylerine yukarıdan aşağıya dayatmanın "siyaset" olduğunu düşünen bir ideolojinin demokratik siyasette ağırlık sahibi olabilmesi mümkün değildir.
Böylesi bir yaklaşımı temsil eden bir partinin siyaset dışı kalması gerekli değildir. Sorun demokratik bir rejimde marjinal kalması olağan bir toplumsal mühendislik projesinin toplumun iki temel siyasal kutbundan birisi olmayı sürdürmesidir. Bu ise kalkınmacı muhafazakârlığın gerçek bir rekabetle karşılaşmadan siyasete egemen olması sonucunu doğurmaktadır.
Bu sorunun söz konusu sorunlu ideolojik bagajın "sosyal demokrasi," "demokratik sol," "ortanın solu," "Anadolu solu" benzeri ambalajlarla kaplanmasıyla çözülebilmesi mümkün değildir. Bu açıdan değerlendirildiğinde kalkınmacı muhafazakârlığın anlamlı rekabetle karşılaştığı kısa zaman dilimlerinin diğer siyaset kutbunun söz konusu ideolojik bagajı sorguladığı dönemler olması rastlantı değildir.

Kırıkçının macunu

Miadını uzun süre önce doldurmuş olan devletçi modernleşmenin açıktan savunulmasındaki güçlük ve ona dayanarak anlamlı projeler geliştirilmesinin imkânsızlığı, siyasetin zayıf kutbunu "eleştirme" temelli bir yaklaşıma yöneltmektedir.
Toplumun karşısına ne yapmak istediğini ortaya koyan projelerle değil "ne yaptırmamaya çalıştığını" anlatarak çıkan devletçi modernleşmenin söylemini gerçekte kendisi değil kalkınmacı muhafazakârlık belirlemektedir. Kalkınmacı muhafazakârlığın projelerine karşı çıkma, onun yanlışlarını vurgulama temelli bu söylem, son tahlilde, özgün değildir ve "karşıt olunan"ın yönlendirdiği bir "yakınma" retoriği olmanın ötesine geçmez.
Bu çerçeveden bakıldığında devletçi modernleşmeciliğin günümüzdeki söylemi, Sabahaddin Bey'in Jön Türklüğün İttihadçı kanadına yönelik olarak 1906 yılında dile getirdiği eleştirilerdeki benzetmelerle ilginç paralellikler gösterir.
Sabahaddin Bey, dönemin İttihadçı söyleminin "dövülen bir adamın feryadından başka bir şeye benzemediği"ni ifade ettikten sonra senelerce usanmadan tekrarlanan "Sultan memleketi ecnebîlere teslim ediyor; millet uyuyor feryadının" anlamlı bir alternatif ortaya koymadığının altını çizmişti.
Sabahaddin Bey yaptığı bir diğer teşbihle bu söylemi kırıkçıların her türlü yaralanma, zedelenme ve kırılmaya karşı kullandıkları "kırmızı macun"a benzetmişti. Kırıkçı kendisine getirilen olayın niteliğine bakmadan sorunlu bölgeye cebinden çıkardığı "kırmızı macun"u sürüp ovuyor ve netice almaya çalışıyordu. Benzer şekilde İttihadçı söylem de anlamlı bir alternatif sunmuyor, her konuda "memleket batıyor, ecnebîlere peşkeş çekiliyor; sultan ve avanesi memlekete ihanet ediyor" benzeri ifadeleri tekrarlıyordu.
Kendini değişik ambalajlar içinde topluma sunan devletçi moderleşmecilik de istisnâî zaman dilimleri dışında "dövülen bir adamın feryadı"nın ötesinde bir söylem geliştirememiştir. Anlamlı projeler üretemeyen ve "kalkınmacı muhafazakârlık" eleştirisinin ötesine geçmeyen söylem "tekil moderlik savunusu"nun tedricen zorlaşması sonrasında daha da sığlaşmıştır.
Günümüzde "Cumhuriyet elden gidiyor," "şeriat iktidara geliyor," "ülke soyuluyor" benzeri klişeler ve kalkınmacı muhafazakârlık eleştirisinin ötesine gitmeyen, kırıkçının her derde devâ "kırmızı macun"u gibi her durumda tekrarlanan söylem, ana muhalefeti değişik "istemezükçü" grupların kerhen oluşturduğu bir "karşıtlar" koalisyonu haline getirmektedir.
Siyasetin bir kutbunun programının yokluğu ve söyleminin de bu sığlıkta olması sadece "muhalefet" için değil "siyaset"in geneli için önemli bir sorun oluşturmaktadır.

Muhalefet sorunu

Siyasetin âdeta "haksız rekabet" koşullarında yapılması Türkiye'de kalkınmacı muhafazakârlığın, farklı tabelalar altında, Devrimci Kurumlar Partisi (Partido Revolucionario Institucional)'ın 1930'lardan itibaren Meksika'da kurduğuna benzer bir iktidar tekeli oluşturmasına neden olmuştur. Gerçek siyasal rekabetin varolmadığı böylesi bir yapıda gelecek tasavvurunu yaratma da demokratikleşme de "iktidar tekeli"ne bırakılmaktadır.
Söz konusu "tekel"in yerini gerçek siyasal rekabete bırakması, kendini "karşıtlık" üzerinden değil özgün projelerle açıklayan, bir "tasavvuru" olan bir muhalefetin oluşması Türkiye'nin temel sorunudur.
Bunun oluşabilmesinin ilk koşulu da 1930'ların otoriter modernliğine dayalı ideolojik bagajın terkedilmesi, bunun üstü örtülü olarak da olsa savunulmamasıdır. Bu yapılarak çağdaş düşüncelere dayalı, güncel sorunlara cevap vermeye çalışan bir muhalefet yaratıldığında, "kırıkçının kırmızı macunu"nu andıran yetmiş yıllık söylemin de temcit pilavı gibi usanmadan toplumun önüne konmasının sonu gelecektir.
Bu çerçeveden bakıldığında Türkiye'de "muhalefet," "muhalefet"e bırakılamayacak önemde bir sorundur.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA