Türkiyesiyaseti zor bir süreçten geçmektedir. Bu süreç toplumda aşırı kutuplaşmaya neden olmakla kalmayarak, bunun yanı sıra, iktidar ve muhalefetin karakteri ile ikisi arasındaki ilişkinin niteliğini de değiştirici bir işlev görmektedir. Bunun toplumun geleceği açısından son derece sakıncalı sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekmek gerekir.
Geçtiğimiz yaz yaşanan ve Gezi Olayları olarak adlandırılan gelişmelerden sonra artan bir ivme ile gerginleşen iktidar- muhalefet ilişkisi iktidarı siyasal alan ve toplumsal hareketleri daha sıkı biçimde denetlemek isteyen bir çizgiye sürüklemiştir. Buna karşılık muhalefet de tedricen siyasî rekabetten keskin bir "karşıtlık" pozisyonuna geçmiştir.
İktidar ve muhalefetin bu çizgilerini muhafaza etmeleri ya da söz konusu pozisyonlarını ileriye taşımaları yaşadığımız sıkıntıların katlanmasına neden olmakla kalmaz, değişik sorunları bulunan demokrasimize de ciddî zarar verir. Bunun yanı sıra muhalefetin topyekûn "karşıtlık"a dönüştüğü bir Türkiye'nin "yönetilemeyeceği" gerçeği de göz ardı edilmemelidir.
İKTİDAR VE KARŞITLIK
İktidar açısından bu konuda düşülebilecek en büyük hata "siyasal alan" ve "toplumsal hareketler" üzerindeki denetlemeyi artırma ve bunlardan eleştiri dozu yüksek olduğunu düşündüklerini engellemeye çalışmadır. Bunun tam tersine bu denetlemenin dozunun düşürülmesi, yasakçı yaklaşımlardan kaçınılması ve muhalefete "siyaset"in vazgeçilmez parçası olarak yaklaşılması anlamlı olacaktır. Benzer şekilde toplumsal hareketlerle iletişim kanalları açarak yatay katılıma müsaade etmek ve onların dile getirdiği istekleri cevaplamak (bu olumsuz da olabilir, önemli olan kanalların açık tutulmasıdır) gereklidir.
Bu sadece demokratikleşmeye katkıda bulunmakla kalmayarak, muhalefetin "karşıtlık"a yönelmesini de önleyecektir. Bu ise şüphesiz sadece iktidarın gayretleriyle elde edilebilecek bir netice değildir ve bu alanda siyasal muhalefete de önemli bir sorumluluk düşmektedir.
MUHALEFET-KARŞITLIK
Toplumumuzda "muhalefet" ve "karşıtlık" genellikle eşanlamlı olarak ve gerektiğinde birbirinin yerine geçecek şekilde kullanılmaktadır. Bu nedenle de siyaset bilimi literatüründeki "dissent -opposition (karşıtlık/ karşı koyuculuk- muhalefet)" farklılığı genellikle göz ardı edilmektedir. Bu ayrımın otokrasiler ve totaliter rejimlerle kıyaslandığında demokrasilerde son derece ince ve akışkan olduğu doğrudur.
Örneğin Sovyetler Birliği'nde Troçki ve takipçileri kendilerini "muhalefet (oppozitsionery)" olarak tanımlarken, daha sonraki dönemlerin samizdat literatürü dağıtıcıları kendilerine "karşıtlar (inakomysliashchiie)" şeklinde atıfta bulunuyordu. Konuya kendi tarihimizden örneklerle yaklaşacak olursak Hürriyet ve İtilâf Fırkası "muhalefet"i buna karşılık Jön Türklük "karşıtlık"ı temsil ediyordu.
Doğal olarak gerçek demokrasilerde bu keskinlikte ayrımlar yapmak mümkün olamamaktadır. Ancak belirleyici bir farklılık olarak "muhalefet" iktidardakilerle rekabete girişerek onların yerine geçmek isteme temeline dayanırken, "karşıtlık" böylesi bir arzudan ziyade iktidar sahiplerinin siyasetlerini engellemeyi hedeflemektedir.
Muhalefet, iktidara geçebilmek için farklı proje ve tasavvurlar üretirken, "karşıtlık" için böylesi bir ihtiyaç söz konusu değildir. Benzer şekilde "muhalefet" taleplerini sistem içi yollarla dile getirirken, karşıtlık daha uç yöntemleri benimseyebilmekte, gerekirse yasal sınırları zorlayabilmektedir.
Gelişmiş demokrasilerde iktidara yönelik temel eleştiriler farklı programlarla onun yerine geçmeye talip olan, onun meşruiyetini sorgulamayan "muhalefet" tarafından yapılmaktadır. Bu tür demokrasilerde de temel yaklaşımı "karşıtlık" olan hareketler mevcuttur.
Ancak bunlar genel hoşnut olmayanlar kitlesinin düşük bir yüzdesini oluşturdukları gibi "muhalefet" ve "karşıtlık" ortak hareket ettiğinde, bu birincisinin kontrolünde gerçekleşmektedir.
Yakın tarihimiz, demokrasimizin değişik dönemlerde farklı sınıflamalara dahil olması gibi, muhalefetin de belirli zaman dilimlerinde topyekûn "karşıtlık"a dönüştüğünü ortaya koymaktadır. Kutuplaşmanın doğal siyaset biçimi olarak algılandığı bir toplumda bu fazla şaşırtıcı değildir.
Yaklaşık bir yıldır yaşadığımız gelişmeler Türkiye'de yeniden böylesi bir dönüşüm yaşanması ihtimalinin güçlendiğini ortaya koymaktadır. Bunun zaten oldukça ağır seyreden demokratikleşmeye ne denli büyük bir darbe vurabileceği ortadadır. "Muhalefet"in topyekûn "karşıtlık"a dönüştüğü dönemlerde Osmanlı toplumu ve Türkiye yönetilemez hale gelmiş ve demokrasi ciddî darbeler almıştır. Dolayısıyla bu konuda herkesin sorumlu davranması gereklidir.
MUHALEFETİN SORUMLULUĞU
Yazımızın giriş bölümünde "muhalefet"in topyekûn "karşıtlık"a dönüşmemesi için iktidara düşen sorumluluğu vurgulamaya çalıştık.
Ancak demokrasimize sekte vuracak bu gelişmenin önüne geçilmesi sadece iktidar siyasetleri aracılığıyla sağlanamaz.
Günümüz toplumunda "karşıtlık" eğiliminin güçlü bir toplumsal eylem boyutunu kazanmasının temel nedenlerinden birisi de "muhalefet"in yetersizliği ve toplumsal talepleri sisteme iletme konusundaki başarısızlığıdır. Toplum ile iletişimi zayıf, iktidar için anlamlı projeler üretemeyen, iktidara gelebileceği düşünülmeyen, "iktidar"ı eleştirme dışında bir söylem geliştiremeyen, kimlik siyaseti adacıkları ile değişik "istemezükçü" grupların koalisyonundan oluşan ana muhalefet partisi de bu tehlikenin doğmasında ciddî pay sahibidir.
Siyaset üretemediği için yalın "karşıtlık"la arasına anlamlı bir çizgi çekemeyen bu muhalefetin, iktidarı devirmeye odaklanması zikrettiğimiz tehlikeli dönüşümün gerçekleşeceği zeminin hazırlanmasına önemli katkıda bulunmaktadır.
DEMOKRASİ ZARAR GÖRÜR
Türkiye'nin başta gelen sorunlarından birisi olan muhalefetin topyekûn karşıtlığa dönüşmesi tehlikesinin önlenmesi için herkesin üzerine düşen sorumluluğun bilincinde hareket etmesi gerekmektedir. Mevcut kutuplaşma nedeniyle bu alanda bir tarafın atacağı adımın karşı tarafı daha ileri bir pozisyon almaya yönelteceği ortadadır.
Yakın tarihimizdeki "II. Abdülhamid-Jön Türklük," "İttihad ve Terakki-karşıtları," "DP-CHP'nin de katıldığı karşıtlık cephesi" benzeri örneklere bakacak olursak atılan böylesi adımlar ve onlara verilen cevaplar toplumu içinden çıkılamayan çatışma sarmallarına sokmuştur.
Bu çatışmalarda denetimi artırmaya, siyasal alanı daraltmaya çalışan, yasakçı çabalar ters tepmiştir. Buna karşılık her ne pahasına olsun iktidarı devirmeye çalışan "karşıtlık"ın kazandığı "zaferler"in maliyeti de son derece ağır olmuştur.
Yeniden böylesi bir sarmala girilmesi zaten kırılgan karakter taşıyan, sorunlu demokrasimize, tamiri için uzun süre uğraşmak zorunda kalacağımız hasarlar verebilir. Ortak beklenti şüphesiz iktidar ve muhalefetin bu gerçeğin ışığında sorumluluk üstlenmeleri ve bu zor süreci sonlandırmalarıdır.
Siyasal muhalefetin topyekûn karşıtlığa dönüşmesi Türkiye'nin önündeki en önemli tehlikelerden birisidir. Bunun önlenmesi için herkes üzerine düşen sorumluluğu üstlenmelidir