Türkiye siyaset alanında ciddî kurumsallaşma sorunları yaşayan bir toplumdur. Siyasî partilerin bir asrı aşkın süredir faaliyette bulunduğu bir toplumda bu doğal bir gelişme değildir. "Toplum mühendisliği"nin siyasete aralıklarla müdahale ederek onu yeni baştan düzenlemesi bunun temel nedenini oluşturur.
Kurumsallaşma alanında görülen eksiklik, siyasî örgütlenmelerin belirli düşünce akım ve programları çerçevesinde değil, liderler etrafında gerçekleşmesine de katkıda bulunmaktadır. Modern siyasî akımların ithal edilmiş olmasından kaynaklanan bu olgunun, demokrasiyi Joseph Schumpeter'in olumlu bir katkı olarak gerçekleşmesini arzuladığı "liderlerin oy alma amacıyla yarıştıkları bir sistem"e dönüştürdüğü ortadadır.
Bu konuda da derin tahliller yapmış olan Max Weber de yirminci asır dünyasına bakarak Batı toplumlarında Führerdemokratie (liderlik demokrasisi) adını verdiği bir yapının gelişeceği kehanetinde bulunmuştu.
Weber'e göre liderlik demokrasisi, karizmatik liderlerin parti örgütleri, temsil kurumları ve devlet bürokrasilerine egemen olmaları ile şekillenecekti.
Diktatörlüklerden farklı olarak iktidara gelecek liderler, özgür seçimlerle belirlenecek ve sistem temsilî nitelik taşıyacaktı.
Ancak söz konusu liderler, karizmalarını kullanarak ve seçimlerin siyasî programlardan ziyade "liderler yarışması" biçiminde gerçekleşmesinden yararlanarak halkın "sığ siyaset" olarak gördüğü siyasî pazarlıkların üzerine çıkma imkânını bulacaklardı.
Weber liderlik demokrasisini tahlil ederken "karizma"nın bunun olmazsa olmaz şartı olduğunu vurgulamıştı.
Doğal olarak Alman sosyolog bir asır sonra "karizma"nın gerektiğinde medya tarafından "üretilebileceğini" öngörmemişti.
Bunun neticesi olarak "liderlik demokrasisi"nin devamlılığı ve gerçekte "karizma" sahibi olmayan liderlerin "sığ siyaset"den de vazgeçmeyen bir "liderlik demokrasisi" yaratması günümüzün gerçekliği haline gelmiştir.
Bâzı detayları öngörememesine karşılık Weber'in kehanetinin günümüze ulaşan bir gelişmenin ana çizgilerini kavradığını belirtmek yanlış olmaz. Siyasî program, ilke ve tezlerin felsefî yaklaşımlardan soyutlanarak tedricen basit sloganlara dönüştüğü, seçimlerin liderler arasında yapılan tercih haline geldiği, partilerin, yasama meclislerinin ve bürokrasinin "lider" karşısında önemli mevziler kaybettiği siyasî yapılar tüm demokrasilerde görülmektedir.
Kurumsal kültten şahıs kültüne
Weber'in değerlendirmeleri toplumumuzun liderlerin özgür seçimlerle iş başında kalmadıkları çok partili yaşam öncesi dönemine uygulanamaz.
Siyasetimizin gelişim çizgisi ele alındığında ise siyasî program, düşünce ve kurumsal yapılardan ziyade "liderlik" merkezli bir örgütlenmeye dönüşümü gözlemlemek mümkündür.
1908 sonrasında siyasete egemen olan İttihad ve Terakki Cemiyeti kurumsal bir kültü ön plana çıkaran, kapsamlı bir siyasî programa sahip, asır sonu dünyasının temel felsefî tartışmalarından fazlasıyla etkilenmiş bir örgüttü.
Kahramanları Enver Paşa ve vefatına kadar Niyazi Bey, askerî liderleri Enver ve Cemal Paşalar, siyasî sözcüsü Talât Paşa, örgütçüleri Dr. Nâzım ve Dr. Bahaeddin Şakir Beyler, ideologları Ziya Gökalp ve Hüseyinzâde Ali Beyler, hatibi Ömer Naci Bey olan, her alanda farklı "liderler"i bulunan bu yapı örgüt kültünü ön plana çıkartıyordu.
Söz konusu kült bâzı liderlerin örgüt içinde güç kazanmasını önlemiyordu.
Buna karşılık önemli olan ve kutsanan "örgüt"tü; hiçbir "lider"in ona tek başına egemen olması mümkün değildi.
Erken Cumhuriyetin egemen örgütü Cumhuriyet Halk Partisi ise son tahlilde, örgüt değil, lider kültünü ön plana çıkaran, onun görüş, tez ve yorumlarının program haline geldiği bir yapılanma olmuştur. Halk nazarında bu örgüt, "Mustafa Kemal'in partisi" idi.
İlerleyen yıllarda CHP gösterdiği tüm gayretlere karşın "lider partisi" özelliğini sürdürdü. 1938 sonrasında kurucu lider ve yaşayan lider (Ebedî Şef-Millî Şef) kültlerini birleştiren parti, bunu ilerleyen dönemlerde de sürdürdü. Ancak kurucu lider kültü tedricen arka plana itilirken onun takipçisi olma iddiasındaki liderler ön plana çıktılar.
Partinin siyasî yelpazedeki konumunu belirleme amacıyla benimsediği "ortanın solu" ve "sosyal demokrasi" benzeri kavramsallaştırmalar ise söylemden öte anlam taşımadı. CHP, İsmet Paşa'nın daha sonra ise "Karaoğlan"ın partisi olarak algılandı.
Parti içi muhalefet de fikir ve program mücadelesinden ziyade "Baykalcılar" benzeri sıfatlarla tanımlanan gruplaşmaların yeni lider yaratma gayretlerini sergiledi.
CHP'den kopan muhaliflerin kurduğu Demokrat Parti ile temsil edilen muhafazakâr kalkınmacılık ise başlangıçta siyasî program üretmesine ve örgüt içi iktidarın paylaşıldığı yapılar yaratmasına karşın tedricen "liderlik" vurgusunun kuvvetlendiği yapıları ortaya çıkartmıştır.
Türkiye'de 1960 darbesi sonrasında "liderlik demokrasisi" güç kazandı. Liderlik demokrasisi 1980'li yılların ortasından itibaren ise doğal siyaset biçimi olarak algılanmaya başlandı. Bu bağlamda seçimler, siyasî programlar ya da temel felsefî tercihler değil "liderler" arasındaki bir mücadele haline gelirken, partiler ve yasama meclisi liderin arzusuna göre şekillenen yapılara dönüştüler.
Program ve ilke ihtiyacı
Toplumumuzda bu alanda gözlemlediğimiz gelişim, küresel ölçekteki değişimle uyum halindedir. Ancak siyasî yapılanmalardaki kurumsallaşmanın yetersizliği Türkiye'deki "liderlik demokrasisi"ni daha da sorunlu hale getirmektedir.
Bu çerçevede siyasetin temel felsefî ilkelerle bağlantısı çok daha zayıf hale gelirken, başarı anahtarı yeni siyasî programlar geliştirmede değil, yeni "lider"ler yaratmakta aranmaktadır.
Liderlerin parti ve temsil kurumları karşısında kazandıkları aşırı güç ise demokratikleşme alanında eksiklikleri bulunan, kontrol ve denge mekanizmaları sınırlı bir toplumda daha ciddî sorunlar doğurmakta ve otoriterleşme eğilimlerini güçlendirmektedir.
Bu nedenle siyasî program ihtiyacı Türkiye'de daha güçlü biçimde hissedilmektedir. Tüm demokrasilerde etkili olan bir gelişmenin toplumumuzda kısa vâdede aşılmasının kolay olmayacağı ortadadır.
Buna karşılık en azından "liderlik demokrasisi"nin bir "ideal" olmadığının kabûlü ve siyasetin düşünce ve ilkelerle eklemleştirilmesi ihtiyacının vurgulanması söz konusu olgunun olumsuz etkilerini azaltacaktır.
Lider keşfi, karizma yaratma ve liderlik demokrasisini kutsama yerine program ve ilkeler üzerine yoğunlaşan, düşünceler etrafında örgütlenen siyaset Türkiye'nin demokratikleşme çabalarına da ciddî katkıda bulunacaktır.