Arnavutluk'un bağımsızlığını ilânının yüzüncü yıldönümü geçtiğimiz ayın son günlerinde kutlandı. Gerçekleştirilen törenler çerçevesinde, Balkan Harbi karmaşasının ortasında Avlonya'da geçici bir hükûmet kurarak Arnavutluk'un bağımsızlığını ilân eden İsmail Kemal (Ismail Qemali) Bey'in meclis binasının yanına dikilen heykelinin açılışı da yapıldı.
Tören nedeniyle yapılan resmî açıklamada "İsmail Kemal, Arnavut ulusunun büyük vizyoneridir... İsmail Kemal, Arnavutluk'un bağımsız olması için çalışmıştır. Bugün Arnavutlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar İsmail Kemal'in sayesinde özgürdür" ifadesine yer verildi.
Osmanlı bürokrasisinde önemli görevler ifa eden İsmail Kemal'in Arnavutluk için bir vizyonu olduğu doğrudur. Bu tamamen gerçekleşmemiş olsa da günümüzde "kazanan" vizyon olarak algılanmaktadır.
Milliyetçi tarih yazımının ön plana çıkarttığı bu vizyon, diğer Osmanlı unsurlarındaki ayrılık yanlıları tarafından üretilenlerden fazla farklılık göstermez. Türk tarih yazımı dahi 1930'larda bunların etkisiyle "Osmanlı'ya karşı sömürülmeme mücadelesi veren ve bunu zaferle taçlandıran Türkler" söylemini geliştirmiş ve yeni Cumhuriyet'in de Osmanlı'ya karşı mücadele ederek ondan kopan devletlere benzediğini iddia etmişti.
Ancak milliyetçi tarihçiliklerin savunduklarının tersine bu ayrılıkçı- çatışmacı yaklaşım "tüm milletçe benimsenen tek" vizyon olmayıp bir entelektüel azınlığın görüşüydü. Bu alanda karşıt vizyonlara bakmak ve neden söz konusu vizyonun başarılı olduğunu tartışmak, benzer bir çatışmayı günümüzde yaşayan toplumumuzu da anlamamıza yardımcı olabilir.
Arnavutlar ve Kürtler
Daha sonra Türkçülüğü benimseyecek İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin kurucularından hiç birisi Türk değildi. Bunlardan cemiyetin örgütlenme faaliyetlerini yürüten İshak Sükûti, 1900'de Osmanlı entelektüelleri arasında uzun süre tartışılan bir makale kaleme almış ve bunu imzasız olarak Osmanlı dergisinde yayınlamıştı. Kendisi de Kürt olan İshak Sükûti, "Arnavudlar ve Kürdler" başlıklı bu makalede, söz konusu iki Osmanlı unsuru içinde bağımsızlık ve muhtariyet siyasetlerini destekleyen entelektüellere bunlar yerine yenilenen bir ortak tasavvurda "birleşilmesini" tavsiye ediyordu. Bu yaklaşıma göre "birlik," çatışmayı önlemekle kalmayıp, ayrılıkçılıktan daha iyi bir gelecek de sağlayabilirdi. İshak Sükûti, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin temel amacının da bu "tasavvur"u yaratmak olduğunu savunuyordu.
1902'de ölen İshak Sükûti, İttihadcılığın böylesi bir tasavvuru yaratma yerine "millet-i hâkime" temelli bir Türkçülüğe yöneldiğini göremedi. Bu dönüşüm çerçevesinde merkezdeki entelektüeller Türkçülüğe kayarken, Nathalie Clayer'in ufuk açıcı çalışmalarının da ortaya koyduğu gibi, Arnavutlar arasında da "ortak tasavvurun" bir aldatma olduğu ve gerçekte Türk hâkimiyeti anlamına geldiğini savunan ayrılıkçı liderler, toplumun genelindeki muhalefete karşın, entelektüel tartışmaya egemen oldular. İ
smail Kemal Bey'in liderliğini yaptığı bu vizyon, çatışmayı ve Düvel-i Muazzama desteğinden istifade ederek ayrılığa giden yolun taşlarını döşemeyi "milletin kurtuluşu" için yegâne çâre olarak takdim ediyordu.
Yelkenlerini milliyetçilik çağının rüzgârıyla şişiren bu vizyonun zamanın ruhunu yansıttığı ortadadır. Bu açıdan bakıldığında Arnavut, Arap ve Türk tarihçilerin "yumurta- tavuk" paradoksuna benzetilebilecek "milliyetçiliğe kim daha evvel yöneldi" tartışması önemini yitirmektedir. Bir anlamda tüm bu gelişmelerin arkasındaki motor güç asır sonu dünyasının gerçekleriydi. Bunlar milliyetçilik çağında çokuluslu imparatorlukları, Franz-Joseph'in ölümünden kısa bir süre önce itiraf ettiği gibi, birer anakronizm haline getirmişlerdi.
Dolayısıyla İsmail Kemal'in vizyonunun kısmî başarısının nedeni "tüm milletçe benimsenmesi" değildi. Benzer şekilde başka bir milliyetçiliğe yönelerek Arnavutların kültürel haklar ve anadilde eğitim taleplerine direnen (Hasan Priştina'nın on dört noktası olarak tanımlanan listenin de temel talepleri içinde olan bu istekler değişen iktidar tarafından 1912 Eylül'ünde kabul olunduğunda iş işten geçmişti), askerî çözümden gayrısını ihanet olarak gören, bu amaçla gerçekleştirdikleri insanlık dışı uygulamalarla güçlü bir mağduriyet duygusu yaratan İttihadçı siyasetler de bu vizyonun başarısında rol oynamıştı. Ancak, son tahlilde, çatışmayı doğuran ve ayrılıkçı vizyonu başarıya ulaştıran, milliyetçiliğin entelektüel tartışmadaki yükselişinin önlenememesi olmuştu.
Resmî açıklamanın savunduğunun tersine, Arnavutluk'un kaderini Düvel-i Muazzama'nın tayin etmesini isteyen İsmail Kemal'in vizyonu tüm Arnavutları "nerede bulunurlarsa bulunsunlar özgür" yapmadı. Büyük Devletler, Arnavutluk'un bağımsızlığını kabul ettiler; ama ona çizdikleri sınırlar Kosova, Makedonya ve Epir Arnavutlarını farklı ulus- devletler içinde azınlıklar haline getirdi. Berlin Kongresi'nin toplanmasından hemen önce gerçekleştirilen ve Arnavut milliyetçiliğinin başlangıç noktası olarak kabul edilen örgütlenmenin yapıldığı Prizren bile Arnavutluk'a bırakılmadı.
Günümüz vizyonları
İshak Sükûti'nin savunduğu ortak tasavvura dayalı birlik oluşturulamadı. Yeni bir tasavvur oluşturma iddiasıyla ortaya çıkan İttihad ve Terakki ise milliyetçilik çağının ürünü bir ideolojiye yöneldi. Diğer unsurlar içinde İsmail Kemal'inkine benzer vizyonları benimseyenlerin entelektüel tartışmaya egemen olması, II. Meşrutiyet dönemini bir milliyetçilikler çatışmasına dönüştürdü. Bunu doğuran temel etken ise "milliyetçiliğin önlenemez yükselişi" ve çok uluslu imparatorluklar çağının zevâli idi. Günümüzde İsmail Kemal'inkine benzer bir vizyonu benimseyenlerin Kürt siyasî hareketi ve entelektüel tartışması içinde ağırlıklı bir konuma sahip oldukları ortadadır. Ancak tıpkı Osmanlı Arnavutları gibi bu Türkiye'deki Kürtlerin tek vizyonu değildir. İshak Sükûti'nin savunduğuna benzer bir yeni tasavvurun ayrılıktan daha faydalı olacağına inananların başarısını sağlayabilecek en önemli unsur, on dokuzuncu yüzyıl milliyetçiliğinin artık zamanının ruhunu yansıtmaktan uzak kalmasıdır. Bunun yanısıra yaratılabilinirse anayasal vatandaşlık çerçevesinde farklı kültürlere saygılı bir Türkiye günümüz dünyasında bir anakronizm olmayacaktır.
Türkiye'de merkezin ve Kürtlerin çatışma ve ayrılık dışında bir ortak tasavvuru beraberce geliştirmeleri, kendilerini, günümüz dünyasının gerçeklerine hitap etmeyen on dokuzuncu asır milliyetçiliğinin etkilerinden kurtarabilmelerine bağlıdır. Bu tür milliyetçiliğin fazlasıyla içselleştirildiği bir toplumda bunun ne denli zor olduğu ortadadır; ama "ayrılığın" kaçınılmaz netice olarak görülmesi de hatalı olur.