12 Eylül liderlerinin yargılanmaları sırasında kullandıkları ifadeler darbecilerin "siyasîlerin beceriksizliği" çerçevesinde meşrulaştırdıkları eylemlerini praetorian rejime son şeklini veren bir "kurucu irade"nin tecellisi olarak gördüklerini ortaya koymaktadır. Darbe sürecinde siyasetçilere yönelik eleştirilerini "tencereyi pisletme" metaforuyla dile getiren 12 Eylül liderinin sözleri gerçekte uzun yıllar adını açıkça vurgulamaktan çekindiğimiz bir "rejim" altında yaşadığımızın itirafıdır.
Uzun yıllar olgunlaşması gereken bir yarı demokrasiye sahip olduğunu varsayan, bunun işleyişindeki hataları siyasetçilere yükleyen, askerin on yıllık aralarla "tencereyi temizlemek" zorunda kalarak daha sonra idareyi yeniden sivillere bıraktığını düşünen toplumumuz, gerçekte praetorian, yâni kuralları asker tarafından belirlenen, her an müdahaleye açık bir rejim altında yaşadığını itiraftan kaçınmaktadır.
Bu çerçeveden bakıldığında toplumumuzun son elli yıllık gelişim sürecinin de bir yarı demokrasinin olgunlaşmasından ziyade praetorian bir yapının çözülmesi olarak ele alınması daha anlamlıdır.
Asker millet efsânesi
Praetorian rejiminin meşrulaştırılması için sıklıkla ileri sürülen tezlerden birisi "Türklerin asker bir millet oldukları"dır. Ancak tıpkı praetorian rejime adını veren Romalılar gibi, toplumumuzun da uzun süre bu tür bir yapılanma tarafından yönetilmesinin nedeni böylesi bir özellik değildir.
Roma'da istediklerini idare makamına getiren imparator muhafızları merkezdeki güç tekelleri ve iktidara geçişi belirleyen kesin kuralların olmaması nedeniyle eyalet ordularından farklı bir güç kazanarak adaylarını Senato'ya seçtirme ve siyaseti denetleme ayrıcalığını kazanmışlardı.
Kendisini Müslüman Roma olarak gören Osmanlı'da da durum farklı değildi. Uzun süre belirleyici verâset kuralları bulunmayan bir yapıda İstanbul'daki güç tekellerini kullanan Yeniçeriler istediklerini sultan yapma, istemediklerini ise tahttan indirme alanında benzeri bir güce sahip olmuşlardı. Roma imparator muhafızlarının güç tekelinin eyalet orduları tarafından sorgulanmasının bu rejimin sonunu hazırlaması gibi, Osmanlı eyaletlerinde oluşturulan âyân orduları da Alemdar Mustafa'nın girişimiyle Yeniçerilerin kurduğu praetorian düzeni sona erdirecek gelişmeleri başlatmışlardı.
Dolayısıyla praetorian gelenek "asker millet olma" benzeri bir hasletten ziyade tarihî bir yapılanmaya dayanıyordu. Bu geleneğin 1826 sonrasında bir süre askıya alındığı doğrudur. Yeniden örgütlenen asker siyasete egemen olma arzusunu ortaya koymuş; ama tedricen etki alanını genişletmesine karşılık sırasıyla II. Abdülhamid'in saray iktidarı, İttihad ve Terakki'nin cemiyet kültü ve daha sonra da Atatürk'ün kurucu lider karizması nedeniyle tam anlamıyla praetorian bir yapı oluşturamamıştı.
Praetorian rejimin yeniden tesisi
Bunun oluşturulamamasına karşılık II. Abdülhamid döneminde "cihet-i askeriye"nin etki alanını genişletmesi, İttihad ve Terakki içinde "ordunun mutlak hâkimiyetine inanan" Enver Paşa'nın yükselişi ve nihayet Erken Cumhuriyet döneminde, Mareşal'in özerk bir alt iktidar sahası oluşturması tam anlamıyla praetorian yapılanmaya geçiş için zeminin hazırlandığını ortaya koyuyordu.
1938'de iktidara kimin geçeceğini belirleyen ordu, 1950 seçimleri sonrasında müdahale seçeneğini kullanmamaya karar verdi. 1960 darbesi sırasında Celâl Bayar'ın farklı bir anlamda kullandığı "Yeniçerilik" ifadesi ise aslında katıksız praetorian rejime dönüşün başladığına işaret etmekteydi.
Bu darbe akabinde Türkiye'de tedricen askerin yasaları dilediğince düzenlediği, mutemet siyasetçi ve bürokratlara bıraktığı alanı daralttığı, okul müfredatı belirlemesinden dahilî istihbarata varan konularda doğrudan uygulayıcı olduğu, güvenlik merkezli bir yaklaşımla asayişten dış siyaset yapımına ulaşan alanlarda ise son sözü söylediği praetorian bir yapı şekillendi.
Bu yapı siyaset bilimcilerin "praetorian hakemlik" olarak tanımladıkları karakteri taşıyor, doğrudan idareye el koymak yerine, hizmetkâr siyasetin belirli sınırların dışına çıkmamasını denetlerken, iktidar belirleme süreçlerine -bilhassa cumhurbaşkanlığı seçimlerinemüdahaleden çekinmiyordu.
Roma ve Osmanlı praetorian rejimlerinin temelini merkezde güç tekelini elinde tutan imparatorluk muhafızları ve Yeniçeriler oluşturmuştu. Söz konusu rejimlerin ideolojik meşruiyeti ise "Pax Romana"nın korunması ideali ve "din ü devlet" söylemi ile sağlanmıştı. Bu rejimlerin sonunu çevrenin merkezdeki güç tekeline cephe alması getirmişti. 1960 sonrasının "cumhuriyeti kollama" iddiasındaki praetorian rejiminin çözülmesine yol açan ise dayanılan merkezî sermayenin oluşturduğu tekelin 1983 sonrasında tedricen çevre tarafından kırılması oldu.
Bu tekelden yoksun kalan praetorian rejim siyasete son müdahaleleri sonrasında söyleminin içini dolduramayan, tabuları ve yasakları sorgulanmaya başlayan bir yapı haline gelmiş, ideolojik meşruiyetini toplum nezdinde yeniden üretememiştir.
Boşluk nasıl dolacak?
1960 sonrası siyasî hayatımızın "demokrasimizin olgunlaşması" yerine "praetorian rejimin çözülmesi" çerçevesinde ele alınması bize daha anlamlı bir tahlil çerçevesi sunabilir. Bu yaklaşım, 1877'de pâyitahtında bir meclis toplayabilmiş, daha sonra bir "İstiklâl Harbi"ni seçilmiş bir meclisle sürdürmüş bir geleneğin bir türlü olgunlaşamamasının, "cahil halk" ve "çapsız" siyasetçilerin ülke menfaatlerini göz önüne almamalarından değil praetorian rejimden kaynaklandığını ortaya koyabilir. G
ünümüzde post-praetorian döneme geçme aşamasında olan toplumumuz, bunun oldukça sancılı bir süreç olduğunu hatırlamak zorundadır. Praetorian yapı, gerek yazılı kurallar, gerekse de oluşturduğu gelenekle toplum üzerinde kapsamlı bir denetim oluşturmuştur. Onun devre dışı kalması doldurulması zorunlu devâsâ boş alanlar yaratacaktır.
Bu alanların nasıl doldurulacağı ise toplumumuzun geleceğini belirleyecektir. Bu yapılırken praetorian yapıların çözülmelerinin beraberinde mutlaka daha katılımcı ve demokratik örgütlenmelere dönüşümü getirmediği unutulmamalıdır.
Böylesi bir rejimin çözüldüğü 1826 sonrasında II. Mahmud istibdadı, Bâb-ı Âlî diktatörlüğü, II. Abdülhamid rejimi, İttihadçı dikta ve Tek Parti idaresi altında yaşanıldığı unutulmamalıdır. Praetorian yapının boşaltacağı alanların farklı baskıcılıklarla doldurulması, bunun ise süreç içinde bir geri dönüşe zemin hazırlaması mümkündür.
Bunun önlenebilmesi için atılması gerekli ilk adımlar praetorian rejimin temel dayanağı olan anti-Anayasa belgesi yerine çoğulculuk ve demokrasi vurguları kuvvetli, bireyi merkezine alan bir toplumsal sözleşmenin hazırlanması, diğer yasalarda paralel düzenlemelere gidilmesi ve askerî eğitimin "koruyucu ve kollayıcı"lar değil, "üniformalı vatandaşlar" yetiştirmeye odaklanmasıdır.