Toplumumuzdaki yaygın kanaatlerden birisi de tüm sorunlarımızın "yeni bir anayasa" ile halledilebileceğidir. Bir toplumsal sözleşme olarak anayasaların ne denli önem taşıdığı her türlü tartışmanın ötesindedir. Ancak bu metnin her sorunu anında çözerek topluma cennetin kapılarını açacak bir "gümüş kurşun" olarak fetişleştirilmesinin beraberinde ciddî sorunları da getirdiği unutulmamalıdır.
Anayasadan böylesi bir beklentinin toplumumuzda sıklıkla dile getirilmesinin tarihî kökenleri vardır. Her şeyi düzeltecek, her sorunu halledecek anayasa düşüncesi nerdeyse bir buçuk asırdan beri toplumumuzun fazlasıyla içselleştirdiği bir yaklaşım olmuş ve anayasa yapım ve değiştirilmesi siyasetin temel uğraş alanlarından birisi haline gelmiştir.
Bu alanda yaşadığımız ilginç bir gelişme anayasanın daha kaleme alınmadan bu şekilde kavramsallaştırılmış olmasıdır. Kanun- i Esasî'nin, bilhassa Yeni Osmanlı neşriyatı tarafından, Tanzimat sonrası bürokratik diktatörlüğünden kaynaklanan sorunlardan, imparatorluğu temelinden sarsan ayrılıkçı milliyetçiliğe, özgürlüklerin sınırlandırılmasından, Düvel-i Muazzama'nın dahilî gelişmelere müdahalesine varan alanlardaki her konuya çözüm getirecek bir "gümüş kurşun" olarak kavramsallaştırılması, onu daha kaleme alınmadan "kutsallık" zırhına büründürmüştür.
Yaklaşık on yıllık bir süre sonrasında, uluslararası bir krizi sona erdirmek amacıyla, alelacele ilân edilen Osmanlı Kanun-i Esasîsi ne bu alanda (Düvel-i Muazzama'nın Doğu Sorunu'nu çözmek için İstanbul'da toplanan uluslararası konferanstaki temsilcileri bu gelişmeyi dikkate değer bulmamışlar, Gladstone ise günlüğüne alaycı biçimde "Osmanlı Kanun-i Esasîsi!!!" notunu düşmüştü) yarar sağlamış ve ne de diğer beklentilere cevap verebilmiştir.
1878 Şubatı ile 1908 Temmuzu arasında geçen otuz yılı aşkın sürede ise ülkenin tüm sorunlarının, hukuken geçerli olmakla birlikte uygulanmayan, Kanun-i Esasî'nin yeniden yürürlüğe konulmasıyla hallolunacağı muhalefetin sürekli biçimde tekrar ettiği bir slogan haline gelmişti. Bu ise ciddî bir kutsallaştırma etkisi yaratıyordu. Meselâ Kanun-i Esasî'nin yeniden yürürlüğe konulması amacıyla gerçekleştirilen en önemli örgütlenmenin idarecilerinden birisi olan Dr. Nâzım Bey, daha sonra tüm propagandalarının bu temele dayandığını, ancak kendilerinin gerçekte bu belgeyi okumadıklarını, içeriğinden de haberdâr olmadıklarını belirtmişti.
On Temmuz İnkılâbı bu şekilde fetişleştirilen Kanun-i Esasî'nin yeniden yürürlüğe konmasını sağladı; ama umulan "gümüş kurşun" etkisi gerçekleşmedi. Buna karşılık anayasa fetişleştiriminin beraberinde sorunlar getirdiğinin vurgulanması yerine "anayasanın değiştirilmesi"nin söz konusu "her derde devâ" ilaç etkisi yaratacağı tezi geliştirildi. Bu teze göre anayasanın beklentilere cevap verememesinin nedeni "içeriği" idi; onun değiştirilmesiyle sorunların halli mümkündü.
Bu amaçla yapılan çalışmalar 1909 yılında anayasa hukukçularının "yeni bir kanun-i esasî" olarak yorumladıkları bir metnin ortaya çıkmasına yol açtı. Gerçekleştirilen kapsamlı değişiklikler bir yandan yasamayı yürütme karşısında güçlendirirken, öte yandan da anayasanın İslâmî temellere oturtulmasını sağladı. Ancak anayasanın çözeceği varsayılan sorunlar varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. İkinci Meşrutiyet'in görece çoğulcu dönemi ipleri iyice eline alan İttihad ve Terakki'nin sorunların güçlü yürütme ile çözülebileceği tezi çerçevesinde gerçekleştirmeye çalıştığı kanun-i esasî değişikliklerinin (bilhassa 7 ve 35. madde değişiklikleri) tartışılmasıyla geçti. Ama gerçekleştirilen tüm değişikliklere karşın toplumsal cennetin kapıları açılamadı.
Değişim programının kutsandığı, lider kültü tapınımının öne geçtiği erken Cumhuriyet dönemi, ilginç şekilde, anayasa fetişleştirmesinin düşüş gösterdiği bir zaman dilimi oldu. Bu alandaki canlanma ise 1924 Anayasası'nın "ihtilâl devrinin ihtiyaçlarına" uygun olduğunu, buna karşılık çok partili yaşamın "asgarî" gerekliliklerini bile karşılamaktan uzak kaldığını muhalefete düştükten sonra keşfeden Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1953 Anayasa Tadilâtı Raporu ile başladı.
1961 Anayasası'nın fikrî arka plânını oluşturan bu rapor "iyi bir anayasa ile tüm sorunlara çâre bulunabileceği" tezinin yeniden gündeme getirilmesini sağladı. 1961 Anayasası, anayasa fetişizmini zirveye çıkaran bir metin oldu. Özgürlükçü vurgularına karşın, siyasetin alanını daraltarak vesayetçiliği hukukî bir zemine oturtan bu metnin toplumun tüm sorunlarına çare bulacağı fikri hatırı sayılır taraftar buldu. Günümüzde bile bu metne böylesi bir sihirli değnek olarak yaklaşarak, bu anayasa muhafaza edilebilseydi Türkiye'nin pek çok sorununun doğmamış olacağını savunanların sayısının hiç de az olmaması yaratılan fetişizmin ne denli etkili olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koyar.
Bu anayasanın ülkeye "bol geldiği" ve toplumun sorunlarının ancak daha "dar," ve "sınırlayıcı" bir toplumsal sözleşme belgesi ile çözümlenebileceği tezi de ironik olmakla birlikte gerçekte "anayasa fetişizmi"nin dile getirilmesinden başka bir şey değildi. Bu metnin 1971 yılında "budanmasıyla" söz konusu hedefe ulaşılamadı. Bir anti-anayasa ve yasakçılık şâheseri olan 1982 Anayasası ise sorunlarını otoriter yollarla çözecek bir toplumun yeni fetişi olarak üretildi.
Anayasa fetişleştirme pratiklerimiz bize eşiğinde olduğumuz yeni anayasa hazırlama sürecinde ihtiyatlı olmamız gerektiği dersini vermektedir. Burada söylemeye çalıştığımız, toplumumuzun 1982 yılında kendisine zorla giydirilen "deli gömleği"ni çıkartmasının, kendisini otoriter devlet kontrolü ve vesayetçiliği hukukî zemine oturtan bir antiözgürlük belgesinden kurtarmasının yararlı olmayacağı değildir.
Bu anayasanın otuz yıl yürürlükte kalabilmiş olması Türk siyasetinin kurumsal zaafının da göstergesidir. Ondan kurtuluşun toplumumuzun demokratikleşmesi için zorunlu bir "ilk adım" olacağı konusunda neredeyse tüm toplum hemfikirdir. Ancak özgürlükçü, devlet değil "birey" merkezli, yeni vatandaşlık kavramsallaştırması ve millet tasavvurunu dile getiren bir anayasa "zorunlu bir ilk adım" olmakla birlikte her sorunumuza çare getirecek sihirli bir değnek olmayacaktır.
Bu önemli adımı büyük bir zihniyet devriminin izlemesi gerektiğini unutmamamız gereklidir.