Sevgili okuyucular, bu cumartesi sohbetinde 'Cânım Bosna'dan bahsedeceğim.
Her Osmanlı torunu Türk evlâdı gibi ben de Bosna'yı kendi diyarım, Bosnalı Müslümanı da Türk Milleti'nin bir parçası ve kendi kardeşim olarak görüyorum. Bosna'da çıkan kargaşalıklar en az Bosnalılar kadar beni de üzüyor.
Savaşın en şiddetli zamanında, 1993 başında YDP Genel Başkanı olarak arkadaşlarımla beraber Saraybosna civarındaki İgman Cephesi'ne gitmiştim.
Sabaha karşı Cephe Komutanı Boşnak General Juko ile buluşunca, benden nasıl Türk Bayrağı istediğini ve bayrağımıza sarılarak nasıl ağladığını hiç unutamam. Hele Zagrep'teki Boşnak mülteci kampında yaşlı Boşnakların 'Osmanlı gelmiş!' diye nasıl ağladığını ve yakama sarılıp 'Çetnikler (Sırp çetecileri) bizi keserken, kadınlarımıza tecavüz ederken neredeydiniz?' diye sitem ettiğini hep gözlerim dolarak hatırlarım. Bosna'daki dünkü vatandaşlarımız bana şöyle demişlerdi: 'Türklüğün şartı beştir'. Ben her defasında, 'Türklüğün değil, İslâm'ın şartı beştir' diye düzeltsem de, bana 'Ne farkı var? Türklükle Müslümanlık aynı şey...' cevabını vermişlerdi.
Bizleri bu kadar candan benimsemiş kardeşlerimizi hep destekledik ama ne yazık ki onların soykırıma uğramasına mâni olamadık.
***
Bosna'da en az 250 bin
Müslüman Osmanlı şehit verdik. Onbinlerce kadınımız tecâvüze mâruz kaldı.
Sırp ve
Hırvat katilleri,
BM'nin ve
Hıristiyan dünyasının gözü önünde, hattâ onların da yardımıyla
Bosnalıları şehit ettiler.
14 Aralık 1995'te
Dayton Antlaşması imzalandı. Aslında bu antlaşma,
Müslüman Bosna-Herseklilerin sonu demekti. Zira eski
Yugoslavya'da
Sırbistan ve
Hırvatistan ayrı bağımsız devletler olarak kuruldu (Daha sonra
Kosova ve
Karadağ da bağımsızlıklarına kavuştular). Lâkin nüfusunun çoğunluğu
Müslüman Boşnak olan
Bosna Hersek'de,
Sırp ve
Hırvat azınlıkları ileri sürerek
Avrupa'nın ortasında halkı
Müslüman olan bir devlet kurulmasına izin vermediler.
Dayton'da, yürütülmesi mümkün olmayan üçlü bir devlet yapısı ortaya çıktı.
Dayton Antlaşmasının hedefi,
Müslüman Boşnak nüfusun asimile edilmesiydi.
Dış politika yazarı
Sami Kohen, dünkü
Milliyet'teki yazısında,
'Dayton anlaşması ile kurulan siyasî yapının kırılganlığı artık uluslararası camia tarafından kabul ediliyor' diyor. Aslında bu gerçek 19 yıl öncesinden belli idi. Rahmetli
Aliya İzetbegoviç ve
Boşnaklar bu anlaşmayı imzalamak istememişler ve ben dahil bütün
Bosna dostlarına feryad-ü figânlarda bulunmuşlardı.
Anlaşmanın imzalanmasından önce
YDP Genel Başkanı ve eski bir dost sıfatıyla zamanın
Cumhurbaşkanı Demirel'i ziyaret ederek bu aleyhimizdeki anlaşmaya razı olmamasını istedim. Hiç unutmam bana,
'Kardeşim, önce akan kanın durdurulması lâzım' dedi. Ben de o güne kadar 250 bin şehit verildiğini ve bu anlaşmayı imzalamaktansa ölüme dahi razı olduklarını anlattım. Bu konuda
Aliya İzetbegoviç ve diğer
Boşnak liderlerinin tepkilerini söyledim.
Lâkin
Demirel kararını çoktan vermişti.
Türkiye desteğini çekince
Bosnalılar da bu meşum Antlaşmayı imzalamak zorunda kaldılar.
***
Türkiye, hâlâ
Bosna ile yakından ilgileniyor.
Son karışıklıklar üzerine,
Balkanlara çok önem veren ve özellikle
Bosna'nın üzerinde titreyen değerli
Dışişleri Bakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu derhal
Bosna'ya gitti.
Balkanlarda bizzat inşa ettiği hassas dengenin bozulmasını ve
Müslüman unsurların haklarının yenmesini istemiyor. Ancak, bu denge devam ettirilmezse, son çare olarak
Saraybosna merkezli ayrı bir
Boşnak devletinin kurulması gerekebilecektir.
Şurasını da herkes bilmelidir ki, nasıl
Bosna-Hersek'teki
Sırpların arkasında
Sırbistan Devleti,
Hırvatların arkasında
Hırvatistan Devleti varsa,
Müslüman Osmanlı Boşnakların arkasında da
Türkiye Cumhuriyeti Devleti vardır.