Son on bir yılı aşkın AK Parti İktidarı döneminde, Türk demokrasi tarihinde ilk defa olarak millet iradesinin üstündeki militarist, jüristokratik ve bürokratik vesayet kaldırılmıştır. Bu dönemde daima 'ileri demokrasi' istikametinde adımlar atılmış ve uygulamaya konulan çok sayıda 'demokratikleşme' paketi ve yargıdaki olumlu değişikliklerle gelişmiş Batı demokrasilerinin standardı yakalanmış; hattâ birçok sahada onlardan daha demokratik uygulamalar başlatılmıştır.
Ana Muhalefet Partisi, bu hakikati görmezden gelerek -tıpkı DP iktidarının son yıllarında olduğu gibi- iktidarın uygulamalarının otoriter olduğunu iddia edip Başbakan Erdoğan'ı 'diktatör' olarak lanse etmeye çalışmıştır. Türkiye'nin gelişmesini ve hızla büyümesini endişeyle takip eden çevreler, finans ve medya dünyasına hâkimiyeti bilinen Siyonistler, her fırsatta CHP'nin tezviratını bahane ederek Türkiye'nin 'Modern ve demokratik tek Müslüman ülke olduğu' imajını değiştirmeye çalışmışlardır.
Geçen yılın haziran ayında başlatılan 'Gezi Olayları', aslında Türkiye'ye ve Türk demokrasisine yöneltilmiş bir nevi darbe komplosudur. Ne yazık ki bu komplo olayına 17 Aralık Operasyonu ile devam edilmiş; polis ve yargı içinde kadrolaşmış bir grubun da ihtirası kullanılarak millet iradesiyle yüzde 50 oy alan siyasî iktidar ve Hükûmet düşürülmek istenmiştir. Bunun ve çok sayıdaki benzeri operasyonların hedefi Başbakan Erdoğan ve Türkiye olmuştur. Ancak Başbakan Erdoğan bu komplo karşısında pes etmemiş ve antidemokratik güçlere karşı koymuştur.
***
Başbakan son
'demokratikleşme paketi'ni 2013 Eylül ayı sonunda açıklamıştır.
17 Aralık Komplosu'ndan sonra Hükûmetin birbirinden farklı iki tepkisi olmuştur:
Birincisi, hukuka aykırı operasyonların devamına ve devlet düzeninin sarsılmasına mâni olmak için
HSYK'nın ekipleşmenin bir parçası hâline dönüşmesi üzerine,
Adalet Bakanı'nın yetkilerini arttıran bir tepki düzenlemesine gidilmiştir. Bu durum, bazı iç ve dış mahreçlerde demokrasiden geriye dönüş olarak istismar edilmek istenmiştir. Bu tepkiler karşısında iktidar grubu
HSYK ile ilgili maddeleri dondurmuştur.
İkincisi, otoriter yönetimle itham edilen siyasî iktidar, bu defa aradan çok kısa bir süre geçmesine rağmen daha kapsamlı
'ikinci demokratikleşme paketi'ni hazırlamıştır. Paketin muhtevasını tam olarak bilmiyoruz. Ancak, 7.5 yıllık tutukluluk süresi -indirimlere rağmen- gene çok uzun bir süredir. Bizce, yargılamayı da kısaltmak için bu sürenin en fazla 6 ay ile 1 yıl olması lâzımdır.
***
Diğer taraftan, siyasî iktidar devlet içindeki dengeleri bozmamaya itina ederek,
Hükûmet'in,
Erdoğan'ın ve
Türkiye'nin düşmanlarının tezviratına mâni olmak için demokratik ve serbest yönetimden geriye gidilmeden tedbirler alabilmelidir. Devlet kurumları da bu hususta dikkatli olmalıdır.
Meselâ; başında
Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya gibi demokratik zihniyetteki değerli bir
Başkan'ın bulunduğu
YÖK'ün son genelgesi, yasakçı bir metin niteliği taşımaktadır. Öğretim elemanlarına getirilmek istenen ve hiçbir demokraside benzeri olmayan bu yasağı kınıyorum ve bundan
Prof. Çetinsaya'nın haberdar olduğunu sanmıyorum. Gerçi bu yasak genelgesinden sonra
YÖK, sadece üniversite adına verilen beyanatları yasakladığını söylese de bu yasakçı genelgenin derhal iptalinden başka çare yoktur.
***
Hep yazıyorum:
Türkiye'de demokratik hukuk devletine ve hukukun üstünlüğüne dayanan ve sistemi kökten değiştiren bir
'Yargı Reformu' yapılmadıkça, güncel olaylara göre değişen
'Yargı Paketleri' ile istenilen netice elde edilemez.