Sevgili okuyucular, Diyarbakır en az bin yıllık bir 'Türk Şehri'dir. Diyarbakır 11. yüzyılda Türk Artukoğulları'nın merkezi olmuş ve dört asırlık bu hâkimiyetten sonra Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemiyle bu esas hüviyeti devam etmiştir. Diyarbakır, hâlen de Artukoğulları'nın, Türkiye Selçukluları'nın ve Osmanlı'nın eserleriyle doludur.
1950'ye kadar olan devrede Diyarbakır nüfusunun büyük kısmı Türklerden meydana geliyordu. Ancak, 50'li yıllardan sonra Diyarbakır'ın Türk asıllı yerlilerinin İstanbul'a göçmesi ve köylü nüfusun hızlı şehirleşmesiyle beraber Diyarbakır'a akın etmesi demografik durumu değiştirmiştir. Tabiatıyla, etnik ayrım yapmadan bütün Diyarbakırlı hemşehrilerimi ve kardeşlerimi kucaklıyorum.
***
Ben,
Başbakan'ın hafta sonu programının
Diyarbakır'da değil
Ankara'da olması gerektiğini düşünüyorum. Bazı kötü niyetli dış ve iç odakların
Diyarbakır'ı
'Kürdistan'ın Merkezi' olarak hayâl ettiklerini ve
'özerklik sevdası' içinde olduklarını yakînen biliyorum (Bu arada
Başbakan Erdoğan'ın,
'Kürdistan Bölgesindeki kardeşlerimiz' sözünün,
Türkiye toprakları dışında anlaşılması gerektiği açıktır).
Başbakan Erdoğan'ın, hafta sonundaki programı
Diyarbakır'da yapmak istemesi,
Diyarbakır halkıyla daha yakın gönül bağı tesisi içindir. Nitekim, bu bakımdan organizasyon amacına ulaşmıştır. İnsanımızın sevgiyle kucaklaşması, türkü söylemesi, halay çekmesi, inşaallah o karanlık terör günlerine tekrar dönülmeyeceğinin bir göstergesidir.
***
Kürt kardeşlerimiz konusunda,
Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren hatalı politika takip ettik.
Hilâfet'in yanlış bir kararla ilgası üzerine başlayan
Şeyh Sait İsyanı neticesinde,
Atatürk'ün
Nutuk'ta
'mîsâk-ı millî' sınırları içerisinde gösterdiği
Musul-Kerkük ve
Kuzey Irak'ı 1926
Ankara Antlaşması ile kaybettik. Millî birliği sağlayan en değerli çimento olan
'din' faktörünü tamamen geri plâna ittik.
'T.C. Vatandaşlığı'nı ve ortak
'üst kimlik' olan
'Türk Kimliği'ni iyi anlatamadık. Tek parti rejimlerindeki
'asimilasyon' ve
'homojenleştirme' politikasıyla
'alt kimlik' olan
'etnik kimliği' silmeye kalkıştık. Çoğulcu parlamenter demokrasiye geçince, hele küresel bir demokratik birliğe girmeye kalkışınca bunun imkânsız olduğunu anladık.
Lâkin,
'âlâyi vâlâ' içerisinde demokrasi çığlıkları atıp
AB çevrelerine şirin görünmeye çalışırken, şu önemli noktayı hiçbir zaman unutmamalıyız:
AB'ye de girse, bu devletin adı
'Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Bu devlette yaşayanlar, etnik kökeni, ana dili, dinî tercihleri ve diğer kültürel farklılıkları ne olursa olsun,
'T.C. Vatandaşı'dırlar ve
'Türk Kimliği'ne sahiptirler. Bu devletin sınırları içinde bulunan bütün vatandaşların
'ortak çıkarları'nı ve millî menfaatlerini savunmak zorundadırlar.
***
Asıl önemli olan,
Türkiye'de karşılıklı sevgi, saygı ve anlayışla hizmet esasına dayanan yeni bir toplumsal uzlaşma, birlik ve bütünlük döneminin başlatılmış olmasıdır. Kolay olmadığını biliyorum ama
Diyarbakır'da,
AK Parti adayının -meselâ dünyalar tatlısı
Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun- Büyük Şehir Belediye Başkanlığını kazanması, hem
Diyarbakır, hem
Güneydoğu, hem de bütün
Türkiye için bir dönüm noktası teşkil edecektir.
Güneydoğu'nun boynu bükük insanının, artık dış güçlerin oyuncağı hâline gelmiş terör örgütü ve uzantılarının tehditlerine boyun eğmeyip, kan, gözyaşı ve terör yerine, barış, refah ve huzuru tercih edeceğine inanıyoruz.
Son olarak şu hususu vurgulamalıyım:
Diyarbakır da
Diyarbakırlı da başımızın üstündedir. Lâkin, egemenlik hakkımıza hiç kimseyi ortak etmeyiz.
Canım hemşehrilerim sevgili
Diyarbakırlılara şu türküyle seslenmek istiyorum:
'Diyarbekir şad akar,
... Severem ben seni' (nakarat)
İnanıyoruz ki
Diyarbakır şad akacaktır...
Torunu
Ali Tahir için Sayın
Başbakan ve ailesini tebrik ediyor;
Ali Tahir'e uzun ve sıhhatli bir ömür diliyorum.