Ömrümün 16 yılını 'Siyasal ve ekonomik doktrinler' konusunda çalışarak geçirdim. Bir ara zihnimde 'izm'ler tepinir durur; doktrincilerin, ideologların isimleri ve düşünceleri dans ederlerdi. Felsefe ve siyaset ilminde verilen emekler, mutlaka insanın fikrî gelişmesine katkıda bulunurlar. Lâkin ben, gene de Marx'ın Kapitali'ni öğrenmek için harcadığım vakte acıyorum.
Parti felsefeleri üzerinde yapılan tartışmaları senelerdir takip ediyorum. Bu konuda özellikle 'sol partiler' konuşmaya ve tartışmaya bayılırlar. 'Sosyal demokrasi' mi, 'demokratik sol' mu tartışmasını hatırladıkça gülmeden edemem. İncir çekirdeğini doldurmayan bu saçma sapan tartışmanın, sol partilerin gündemini nasıl uzun süre doldurduğunu hatırlayacaksınız.
***
ANAP ile birlikte sağ partilere de
'parti ideolojisi' hastalığı bulaştı. Bu partilerde aslolan
'oy toplamak' olduğu için, parti yöneticileri partilerinin felsefesinden ziyade, hangi görüşe hitap ederlerse daha fazla oy alacaklarının hesabını yaptılar.
Demirel'in
AP'si,
'hürriyetçi',
'demokrat',
'milliyetçi',
'mukaddesatçı' ve
'muhafazakâr' parti felsefesini, merkez-merkez sağ'ın geniş halk kitlelerine yansıtmada güçlük çekmedi.
ANAP'ın ilk
'Hükûmet Programı'nı kaleme alırken, daha önce yazılmış Parti Programı konusunda merhum
Özal ile görüşmüştüm.
Özal,
'Milliyetçi- Muhafazakâr' terkibini savunmuş; Program'da liberal uygulamalara geniş şekilde yer verildiği hâlde,
'liberal' sözünü kullanmaktan kaçınmıştı.
***
Aslına bakarsanız, bizde hiç kimse
'parti programları'nı okuyarak ve
'parti felsefeleri'ni tartışarak oy vermez.
Her ne kadar birbirinden çok farklı gruplardan oluştuğu iddia edilse de, Türk toplumunun en az dörtte üçünün artık yerine oturmuş ve kökleşmiş değer yargıları vardır. Merkez sağın pragmatik politikacısı bunu çok iyi bilir; politik havayı âdeta koklayarak değerlendirir. Şimdi, bu değer yargılarını ve özellikleri saydığımızda, siyaset biliminin temel ilkelerine pek de uygun olmadığı görülecektir.
Bir defa, Türk toplumu
'muhafazakâr'dır. Başta dinî inanç ve ibadetler olmak üzere değerlerinin muhafazasını ve yaşatılmasını ister.
İkinci olarak, Türk toplumu
'milliyetçi'dir. Bu, aslâ ırk ayrımcılığı şeklinde anlaşılmaz. Ancak, herkesin vatansever olması, millî ve manevî değerlere önem vermesi beklenir.
Üçüncü olarak, Türk toplumu
'demokrat'tır. Hürriyet, millî irade ve serbestiyete değer verir. Bu mânâda da
'liberal'dir. Kendi değerlerini muhafaza etmekten yanadır ama herkesin istediği gibi yaşamasına da karşı değildir.
Dördüncü olarak, Türk toplumu
'gelişme'ye ve
'değişim'e açık bir toplumdur. İnsanımız hiçbir şekilde yobaz, tutucu ve yenilik aleyhtarı değildir.
Beşinci olarak, Türk toplumunda
'sosyal sınıflar' oluşmamıştır. Aristokrat, burjuva, kapitalist, proleter ayrımları, bütün sun'î zorlamalara rağmen tesirsiz kalmıştır.
'Sosyal dayanışma' ise diğer toplumlara göre en üst seviyededir. Böyle olunca da Türk toplumu solcu politikaya kapılarını genellikle kapalı tutmuştur.
***
AK Parti,
'muhafazakâr demokrat' kimliğiyle,
Türkiye'nin geleneksel merkezsağ tabanında yerini almıştır. Yöneticilerin
'milliyetçilik' aleyhindeki bazı çıkışları ise, oy tabanında politik sebeplerle izah edilmekte; henüz ciddî oy kayıplarına sebep olmadığı sanılmaktadır.
AK Parti'nin değişime ve gelişime açık
'liberal' bir boyutu vardır.
DP,
AP ve
ANAP çizgisinde de hep böyle bir özellik bulunmuştur. Esasen,
AK Parti'nin parti felsefesindeki
'demokrat' vurgusu da bunu işaret etmektedir.
Demokratik muhtevadaki bir
Muhafazakârlık, aslâ hayat tarzına müdahaleye izin vermez.
Muhafazakâr değerlerden fedakârlıkta bulunmadan
'liberal olmak', aslında muhafazakâr değerlerin yaşanması ve yaşatılması bakımından da elzemdir.