Elinizi vicdanınıza koyarak düşününüz: Türkiye, on yıl önce milletlerarası camia tarafından nasıl algılanan bir ülkeydi? Kişi başına GSMH'sı 3000 dolar civarında olan; IMF ile başı dertte; demokrasi iddiasına rağmen askerî vesayet altında bulunan; ABD'nin körükörüne emrine âmâde, pek de önem verilmeyen bir Orta Doğu ve İslâm ülkesi... Bütün bu tespitlerimi inkâr edebilir misiniz?
Pekâlâ, bir de bugünkü Türkiye'nin uluslararası platformda değerlendirilmesini mukayese ediniz: Kısa zamanda millî geliri üç misline yükselmiş; dünya ekonomisi krizlerle çalkalanırken büyümede dünya birincisi olmayı başarmış; dış borçlarını bitirmiş; militarist vesayet rejimini tasfiye ederek gerçek anlamda demokrasiye yönelmiş; dış politikada bölgesel konumunun çok ötesine geçerek artık bir dünya ülkesi statüsüne yükselmiş ve dünya politikasının başköşesine kurulmuş; dünyanın en popüler Başbakanı'na, Cumhurbaşkanı'na ve Dışişleri Bakanı'na sahip ülkesi...
Şimdi de kalkıp bütün dünyanın gıptayla takip ettiği bu dış politikayı ve bunu başaran dünyaca ünlü devlet adamlarımızı, görülmemiş bir inkârcılık ve nankörlükle reddetmeye kalkışacaksınız...
***
Dışişleri Bakanı'nın
TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmanın bazıları tarafından anlaşılamayışına doğrusu hiç şaşırmadım. Yıllarca
Atatürk'ü bile anlayamayan ve
'mîsâk-ı millî' ile
'Yurtta sulh, cihanda sulh' vecizesini, dış politikada
'pasifizm'in gerekçesi yapan
İnönücü CHP zihniyetinin, dış politikayı değişmez durağanlıkta kabul eden çağdışı görüşünün, diplomasinin arkasına tarihî ve kültürel değerleri koyarak açılımlar yapılmasını anlaması zaten beklenemezdi. Beni asıl şaşırtan, dinamik ve millî zannettiğim
MHP'nin baltayı taşa vurması olmuştur.
Suriye dolayısıyla
Dışişleri Bakanı'nın bütün söyledikleri doğrudur.
Türkiye olarak
Orta Doğu'daki değişim dalgasını yönetmenin ve bu dalganın öncüsü olmanın nesi kötüdür ve yanlıştır?
Davutoğlu şöyle söylüyor:
'Bütün Orta Doğu toplumlarında Türkiye sadece dost ve kardeş bir ülke olarak değil, yeni bir fikrin, yeni bir bölgesel düzenin öncüsü bir ülke olarak görülmektedir.' Prof. Davutoğlu haklı olarak
CHP'yi
ve Kılıçdaroğlu'nu tenkit ederek,
'Orta Doğu'da kardeş halklarla kucaklaşmak yerine dikta rejimiyle kucaklaşanların yeni anlayışı kavramaları mümkün değildir' diyor. Gerçekten de
Türkiye'nin yarım asırlık müttefiklerine sırtını dönerek,
Kılıçdaroğlu'nun dediği gibi
Rusya,
İran ve
Suriye ile birlikte hareket etmesi mümkün müdür?
***
Bazıları soruyor: Nasıl oluyormuş da iki sene önce dost olduğumuz
Suriye ile hemen düşman hâle geliyormuşuz?
Davutoğlu'nun dediği gibi,
Suriye'deki durum her şeyden önce bir insanlık meselesidir. On binden fazla
Suriyeli'yi alçakça katleden
Baas rejiminin artık devrilmesinden başka çare kalmamıştır. Bu insanî görevi yerine getirme konusunda en büyük mesuliyet sahibi
Türkiye, gereğini yapmakta kararlıdır.
Prof. Davutoğlu'nun
Orta Doğu'nun öncülüğüyle ilgili sözleri de kasten istismar edilmiştir.
'Biz tarihin doğru safında, ulusal çıkarlarımız için de doğru yerde durduğumuzdan kuşku duymuyoruz' diyen
Davutoğlu'nun,
'Yeni bir Orta Doğu doğuyor. Bu Orta Doğu'nun sahibi, öncüsü ve hizmetkârı olmaya devam edeceğiz' ifadesi de açıkça saptırılmaktadır.
Diğer taraftan,
Davutoğlu, 1911-1923 arasında kaybedilen yerlerle kavuşmak ve kucaklaşmaktan bahsederken, tabiatıyla buraların halklarıyla kucaklaşmaktan bahsediyor, yoksa kılıca sarılıp fethetmeyi elbette kastetmiyor.
***
Dış politikamızın kurgusunu yapan
Başbakan Erdoğan'ı ve dünyadaki parlayan diplomasi yıldızı
Prof. Davutoğlu'nu candan tebrik ediyorum.