Sevgili okuyucular, beş ay kadar önce, Hindistan'da bulunan son daktilo fabrikasının da kapandığı haberini okuduğumda içim burkulmuştu. Düşünebiliyor musunuz, icat edilip de dünyanın dört bir yanındaki kullanıcıların hizmetine sunulan bu yazı makinesi belki de 20. yüzyılın en önemli ve faydalı buluşları arasındaydı.
Tuşları, şaryosu ve şeridiyle neredeyse tek başına bir "matbaa" görevi ifa eden ve sadece kişilerin değil resmi kurum ve ofislerin de vazgeçilmez aracıydı daktilo. Biraz gürültülüydü belki fakat tuşların şaryoya vurduğu anda çıkan o tak tuklar kim bilir nice yazarın ilham kaynağı olmuştu.
Benim de gençliğimde edindiğim Erika marka bir daktilom vardı ve yazılarımın birçoğunu o küçük fakat sevimli makinede yazardım. O daktilo hâlâ evimin bir köşesinde durur, zaman zaman açar ve bir şeyler tuşlarım.
***
Perşembe günü
Steve Jobs'un öldüğünü duyduğumda da yine benzer bir burukluk hissettim. Bunun sebebi galiba daktilo ile
Jobs'un insanlığa sunduğu bilgisayar arasında bir rabıta kurmamdı.
Steve Jobs, 70'lerde ilk kişisel bilgisayarı yapan, daha sonra bu bilgisayara mause'u (fare) ekleyen ve 80'lerin ortalarında da
Macintosh adı verilen o harika icadın altına imzasını atan kişiydi.
Steve Jobs, o ünlü
Apple şirketinin kurucusu, yöneticisi ve her şeyi idi. Ailesinin araba garajında başlayan bilişim macerası onu
Amerika'nın ve dünyanın önde gelen, zengin ve başarılı işadamlarından ve
CEO'larından biri haline getirmişti. Bir ara
Apple'dan ayrılıp başka şirketler kurmuş; yine bu şirketlerle başarıdan başarıya koşmuş ve nihayet yuvasına, yani
Apple'a geri dönmüş ve bugün hepimizin bildiği ve belki de kullandığı o cep telefonlarını üretmişti.
Daktilo ile başlayan, sıcak dizgi ile hız kazanan masaüstü yayıncılığın son ve kalıcı noktası işte bu zeki, akıllı, girişimci ve yetenekli
Steve Jobs tarafından konmuş ve önümüze
Macintosh'un bilgisayarı gelmişti. Küçücük ekranı, minicik belleği, yok denecek kadar az kapasitesi vardı ama bu küçükdev bilgisayar masaüstü yayıncılıkta bir çığır açmış, gazetelerin, dergilerin, matbaaların bir nevi cankurtaran simidi haline gelmişti.
O bir ucundan ısırılmış elma amblemi ile masalarımızın üstüne oturan ve çok uzun zaman süresince de yerini koruyan
Macintosh bilgisayarlar,
Jobs'un en büyük rakibi
Bill Gates'e bile ilham kaynağı olmuş ve bugün kullandığımız
Windows tabanlı sistemlere öncülük etmiştir.
Ömrünün büyük kısmını okuma, yazma, araştırma, yayıncılıkla geçirmiş biri olarak,
Steve Jobs'un bizlere kazandırdığı bu küçük-dev bilgisayarı ve tabii ki, ilk göz ağrımız daktiloyu unutmam mümkün müdür?
***
Bir de şu vardır ki,
Steve Jobs gibi, genç yaşından itibaren sürekli çalışan, düşünen ve üreten insanların bu başarı hikâyeleri, kendisinden sonra gelecek olan genç nesillere ışık tutacak niteliktedir.
Jobs ve benzeri vasıftaki insanların, tecrübelerini ve bilgilerini kendilerinden sonra gelecek insanlarla paylaşması ve onlara başarıya nasıl gidileceğinin yollarını göstermesi, bu insanları bir kat daha değerli ve saygı değer kılmaktadır.
Onun, genç yaşta kansere yakalandığı halde yılmadan ve ürkmeden mücadele etmesi ve doktorların kısa bir süre biçmelerine rağmen yedi yıl kadar yaşaması dahi insanların hayata nasıl bakması gerektiğini göstermesi açısından dikkati şâyandır.
Bakın
Steve Jobs, hastalığa yakalandığı günlerde bir ameliyat sonrası,
Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninde yaptığı ve 28 bin kişiye hitap ettiği konuşmasında ne diyor:
"Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin... İşiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır. Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer. Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin... 'Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.' ... Kaybedecek bir şeyler olduğu düşünce tuzağını yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın. Yüreğinin sesini dinlememen için hiçbir neden yok... Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki her şey ikinci plânda..."