Sevgili okuyucular, bu Pazar sizinle hoşlanacağınızı ümit ettiğim bir Ramazan sohbetinde bulunmak istiyorum. Allah tuttuğunuz oruçları, ibadetinizi ve hayırlarınızı kabul etsin.
Bu temennileri okuyup da oruç tutmayanlar üzülmesinler. Eminim ki, onlar da Ramazan'ın manevî havasından istifade ediyorlardır. Milletimiz, dindar ya da en azından dinine saygılı, yani gönüllü bir millettir. Dinî vecibelerini yerine getirenler, getirmeyenlere hoşgörü ile bakarlar; kendisi ibadet etmeyenler de ibadet edenlere saygı gösterirler.
Nereden nereye?
Efendim, çok değil otuz yıl önce, Ramazan akşamları, tek televizyon kanalı olan siyah beyaz TRT'nin karşısına çöker, 'Direklerarası' ndaki güya eski Ramazan eğlencelerini seyrederdik. Karagöz ile Hacivat'a ve Orta Oyunu'na razıydık da bununla kalmaz, kantolar, sirtolar, göbek havaları, oryantaller gırla giderdi.
TRT'de iftar vakti, önce meşhur Segâh Peşrevi çalınır, arkasından lâikliğe aykırı olma 'tehlikesi' göze alınarak ezan okunur ve duâ edilirdi. Bu arada Kur'ân okuyan hoca efendinin sarığının ve takkesinin bulunmamasına itina edilirdi.
Osmanlı'nın son dönemindeki bazı çapkın delikanlıların Şehzadebaşı'ndaki gayrımüslimler tarafından tertiplenen gösterilere gitmeleri, yıllar sonraki Cumhuriyet nesillerinde, atalarının 'kantocu hovardalar' olduğu intibaını uyandırmıştır.
Halbuki, Türk Milleti, asırlar boyunca mübarek Ramazan Ayı'nı en iyi şekilde değerlendirmiş; bir taraftan manevî dünyasını zenginleştirirken, diğer taraftan sosyal dayanışma ve birlik ruhunu yaşatmıştır.
İftar çadırında bir ramazan akşamı
Efendim, işte son dönemdeki 'iftar çadırları', milletimizin bu birlik, bütünlük ve dayanışma ruhunun tezahür ettiği yerler olmuştur. Belediyelerin iftar çadırları uygulamasıyla, atalarımızın gerçek Ramazan tesanütünün canlandırıldığını görüyoruz. Bu çadırlarda her gün yüz binlerce kişi iftar ediyor.
Geçen gün bir iftar çadırındaydım. İftar çadırlarından tiksintiyle söz eden seçkinlerin, bunlardan birinde yemek yemesini ve halkla beraber olmasını tavsiye ederim. Mesele sadece karın doyurmak değil... Her sosyal gruptan bizim insanımızla hemhâl olmanın, omuz omuza kaşık sallamanın, sımsıcak bakışlarla sevgiyle dolmanın zevki, hiçbir güzellikle mukayese edilemez. Lâkin, evvelâ bu insanları sevmek ve kendini bunlardan biri olarak hissetmek lâzım...
İftardan sonraki o müşterek sevinci, mutluluğu ve huzuru sizlerin de yaşamanızı isterdim. Başörtülü, başörtüsüz hanımlar, boy boy, cıvıl cıvıl çocuklar, esnaf, işçi, yaşlı, genç insanlar... Hepsi de güleryüzlü, hepsi de huzurlu ve müşfik... Hiç kimse birbirinin etnik menşei, mezhebi, meşrebi ve partisiyle meşgul değil.
Bu insanları, bu halkı ne kadar çok sevdiğimi bağırmak geliyor içimden...
Ramazanda gösteriş
Efendim, bu Ramazan'da nihayet birileri çıktı da beş yıldızlı otel salonlarında adam başına 100 dolarlık iftar düzenleyenlere karşı tavrını ortaya koydu. Düşünebiliyor musunuz, önce bir asparagus çorbası - pardon supu– ardından böf strogonof veya fleminyon, üstüne de bir brovni... Ne iftar ama!
Yahu ne biçim iştir anlayamadım. Orucu siz tutarsınız, iftarın keyfini Ramazanla hiçbir ilgisi olmayanlar çıkarır. Bayramı da en iyi onlar kutlarlar.
Bu Ramazan vesilesiyle hiç değilse bir ay olsun fakir fukarayı, ihtiyaç sahiplerini düşünelim. Başbakan Erdoğan'ın yaptığı gibi onları ziyaret edip gönüllerini alalım. Somali'de açlıktan kırılan dindaşlarımıza sahip çıkalım.
Bırakın milletin teravih namazıyla uğraşmayı...
Efendim, bu aziz millete en büyük kötülüğü, ilmini yanlış şekilde kullanan basiretsiz kişiler yapıyor.
Son günlerde bir de 'teravih' tartışması çıkardılar. Güya 'teravih namazı' diye bir şey yokmuş; bu namazı kılmamalıymışız... Hz. Peygamber'den sonra on dört asır boyunca Müslümanların kıldıkları bu namazı inkâr etmek için nasıl bir fitne fücur olmak gerekir, doğrusu havsâlam almıyor.
Huzurlu bir iftardan sonra, çoluk çocuk, eş dost, camilerde toplanıp tekbir ve ilâhilerle teravih namazı kılmanın zevkini alamayanlara doğrusu acıyorum.