Türkiye Cumhuriyeti Devleti, "millî" ve "üniter" bir devlettir. Devletin bu özelliği, değişik din ve ırktan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının aynı hukukî statüde kardeşçe bir arada yaşamalarına mâni değildir. Devletin "millîliği" özel bir vasıftır, yoksa benzeştirmeye dayanan tek tip bir dayatma değildir. Cumhuriyet'in ilk döneminde bu tepeden inmeci baskılar yaşansa da günümüzdeki "demokratik devlet" anlayışı, millîliği "zorba devlet" anlayışının âleti olmaktan çıkarmış, dünya üzerindeki siyasî ve hukukî bir nitelendirme hâline getirmiştir.
"Küreselleşme" çok önemli bir gelişmedir fakat iddia edildiği gibi "ulus devlet" in yerine ikâme olamamıştır. AB gibi konfederatif teşkilâtlanmalarda dahi üye "millî devletler" siyasî statülerini değiştirmiş değillerdir.
Devletin "üniter" (tekçi) yapısı merkeziyetçi ve bürokratik olmasını gerektirmez. "Merkeziyet-adem-i merkeziyet" dengesi, modern devletlerin eski bir sorunudur. Osmanlı devrinden beri merkezden ve yerinden yönetim modelleri üzerinde tartışılmaktadır. Özellikle son yarım yüzyıldan bu yana hem Avrupa'da hem de Türkiye'de yerinden yönetim ve mahallî idarelerin güçlendirilmesi hep gündemde kalmıştır.
Avrupa Konseyi'nin hazırladığı "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı", 1985'te imzaya açılmış ve Türkiye anlaşmanın bazı maddelerini 1988'de imzalamıştır.
Türkiye'de, Özal ve Erdoğan dönemlerinde mahallî idarelerin güçlendirilmesi üzerinde önemle durulmuş ve çıkarılan bazı kanunlarla mahallî idarelerin yetkileri arttırılmıştır. Erdoğan döneminde, müşaviri Prof. Dr. Ömer Dinçer'in katkılarıyla hazırlanan "İdarî Reform", zamanının muannit Cumhurbaşkanı Sezer'in vetosuyla reddedilmiştir. Yeni Anayasa ile birlikte "İdarî Reform"un da yürürlüğe konulmasını bekliyoruz.
***
Avrupa Özerklik Şartı, mahallî idarelerin güçlendirilmesi için bir dizi tedbiri ihtiva etmektedir. Bu şartı düzenleyenler,
Helsinki Antlaşması'ndan beri devam eden ve ülkelerin toprak bütünlüğünü garanti altına alan barışçı bir dünya düzenini bozma peşinde olamazlar.
Yerinden yönetimi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini ve hizmetin kendisine en yakın birim tarafından gerçekleştirilmesi anlamındaki
"subsidiarite ilkesi"ni destekliyoruz. Yapılacak
"İdarî Reform"un da yanındayız.
Lâkin,
"özerklik" adı altında
Türkiye'nin toprak bütünlüğünün parçalanmasına asla göz yumamayız.
"Demokratik" vasfı konulup yutturulmaya çalışılan ve
Anayasa çiğnenerek ilan edilen
PKK/BDP özerkliği,
Türkiye'nin bölünmesinden önceki son safhadır. Böylece terör örgütünün saldırılarından ve bazı dış odakların desteğinden cesaret alan
ırkçı-bölücüler, sözde özerkliklerini ilan etmişlerdir.
***
Irkçı seperatistlerin bu ilânının arkasında nihaî bağımsız
Kürdistan Devleti'nin kurulması yatmaktadır. Sonunda,
Diyarbakır ya da
Kerkük merkezli
Kürdistan kurulacak;
Türkiye ve
Irak'tan koparılacak topraklar,
Suriye'den alınacak olanlarla birleştirilerek bu stratejik hedef gerçekleştirilecektir.
ABD-İsrail eksenli bir
İran Savaşı çıkarsa, bundan sonra kurulacak devlete
İran'dan da toprak alınması hayâl edilmektedir.
Devletin terörle mücadelede gerekli etkinliği sağlayamaması,
"demokratik açılım" ın taviz şeklinde yorumlanması ve bazı politikacıların oportünistçe yaptıkları konuşmalar, ırkçı-bölücüleri cesaretlendirmiştir.
CHP lideri
Kılıçdaroğlu'nun, seçim öncesindeki
Güneydoğu mitinglerinde
"özerklik" konusundaki vaatleri bunun bâriz misâlidir. Bereket versin ki
CHP bu beyanlarını tavzihetmiş ve bütünlükten yana tavrını koymuştur.
***
Bir düşünsenize... İlân edilen özerk bölge, büyük ihtimalle
"Kürdistan Özerk Bölgesi" adını alacak; ayrı bir
bölge bayrağı, özel bir
savunma gücü, ayrı ikinci
resmî dili bulunacak; bu özerk yönetim başka ülkelerle doğrudan temasa geçebilecek...
Tabiatıyla tahmin edeceğiniz gibi, bunun peşinden bir
"plebisit" gelecek ve bu özerk bölge
Türkiye'den ayrılacaktır.
İşte, sözde
"demokrat",
"liberal" ve
"barışçı" aydınlar ile yabancı istihbarat servislerinin
Türkiye için düşündüğü modelin özü budur.
Amma velâkin,
Türkiye'de
Orta Doğu'dakine benzer hareketler tertiplemeye çalışanların hesap edemedikleri bir gerçek var: Biz bu vatana,
Türk'üyle
Kürt'üyle aziz şehitlerimizin kanlarıyla sulayarak sahip olduk ve kimseye verecek bir karış toprağımız da yoktur.