Soma'da büyük bir acı yaşadık. Bu acıya, Soma insanlarını düşünen, kederlerini paylaşan değişik toplum kesimlerinden büyük destek geldi. Siyasi partiler ortak bildiri kaleme aldı. Sendikalar sorumlu davrandı. Kamu yöneticileri, başta Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız olmak üzere, metanetlerini muhafaza ederek, özveriyle, kamuoyunun gözü ve kulağı olarak felaket alanında günlerce görevlerinin başında oldular.
Türk toplumunda güzel bir özdeyiş vardır, "cenaze evinde gönül koyulmaz" denir. Bizim alışkanlıklarımız, geleneklerimiz, böylesi durumlarda acısı yüzünden ne diyeceğini bilemeyenlerin söylediklerini, söylenmemiş farz etmektir. Yine geleneklerimiz, böylesi acıların provokasyon malzemesi yapılmasını, böylesi durumlarda gerilim avcılığına çıkılmasını reddeder. Der Spiegel dergisi, Soma haberine olabilecek en kötü başlığı buldu (yazmak istemiyorum ama "Cehennem ol git Erdoğan" manşeti, derginin haber başlığıydı). Haberin müellifi, bunu "orada duyduğu bir hakaret" olarak savundu. Hem böylesi bir hakaret, iddia edildiği gibi olduysa cenaze evinde çok ayıptır, hem de bizim geleneklerimiz böylesi bir olguyu haber yapmayı engeller. Der Spiegel'in izan yoksunu müellifi de, güya bir açıklama yazısı yazarak, "özrü kabahatinden büyük" dedirtti. Bu noktadan itibaren Başbakan Erdoğan hedef alınarak bir iftira ve karalama kampanyası başlatıldı. Rahmetli Menderes, meşhur 555K mitinginde, arabasından inerek göstericilere doğru yürümüş ve "ne istiyorsunuz" diye sormuştu. Onu arabasına dönmeye ikna eden Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı da bu hareketinden ötürü Yassıada'da yargılanmıştı.
Benzer bir hava Soma'da yaratılmak istendi, ne var ki ortalığı karıştıracak, büyük provokasyon yaratacak bir kalabalık oluşturulma girişimi başarısız oldu. Bu defa da, Başbakan Erdoğan'ın söylemediği, Başbakanlıkça kesinlikle yalanlanan bir söz, Başbakan'a atfedilerek antisemitizm olarak servis edildi. Dış basında, antisemitizm, ifade özgürlüğü, demokrasi, laiklik son derece önemli sembollerdir. Sistemli biçimde birbiri ardından denenen bu iftiraların çok ciddi olumsuz etki yapması umut ediliyor anlaşılan. "Antisemitizm insanlık suçudur" diyebilen yegâne Müslüman Başbakan, nasıl oluyorsa antisemit olarak tanıtılmaya çalışıldı. "AK Parti'ye oy atanların katli vaciptir" mealinde yazılar yazılabilen bir basının, gerilimi nasıl körüklediği bir kez daha ortaya çıktı.
Başbakan Erdoğan ile mücadele, üslubun seviyesini giderek düşürerek, sinirleri gererek, iftira kampanyaları düzenleyerek, sosyal medyada birbirinden uydurma şehir efsaneleri üreterek yapılmaz. Yapıldığında, kaybeden Başbakan Erdoğan ve AK Parti değil, bütün Türkiye olur, nitekim öyle de oluyor.
Rusya, Ukrayna konusunda bütün dünya barış sistemini sarsacak adımlar atıyor, Çin Halk Cumhuriyeti ile büyük bir doğalgaz anlaşması yapma aşamasına geldi. Çin ordusu mensubu subaylar, siber savaş konusunda FBI tarafından aranan sanık listesine alındılar. Irak'ta, bölünmenin yeni işaretleri seçimleri Maliki'nin seçimleri kazanmasıyla belirgin hale geldi. Suriye devamlı kanayan bir yara, Libya'da darbe girişimi, Tayland'da ise açık ve kanlı bir darbe var. Mısır'da idam cezaları yüzlerle veriliyor. Kıbrıs konusu, çok kısa sürede çözüme aşamasına yaklaştı, ABD'nin büyük baskısı var.
Bu denli zor, gerilim, savaş ve kan dolu bir uluslararası ortamda, biz Başbakan'a hakaret edenler ve onu destekleyenler türünde, son derece verimsiz, tehlikeli bu kutuplaşma içindeyiz. Bu gerilimden, bu hakaret, nefret suçu ve iftira ortamından bir an önce çıkmamız gerekiyor.
Bu tahriklere kapılmayacak serinkanlılığı göstermeliyiz. Toplum olarak, ilk provokasyonda birbirimizin gırtlağına sarılmak, siyasi mücadele değil çaresizliktir.