Bir hafta içinde, uluslararası planda önemli değişiklikler oldu. İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeleri arasında yapılan görüşmeler, bir anlaşmayla neticelendi.
Diğer yandan, Ukrayna Devlet Başkanı, AB ile ortaklık anlaşması imzalamayı, Putin'in de baskıları sonucu reddetti.
Bu değişikliklerin hepsinin ardında, Soğuk Savaş döneminde alışık olduğumuz iki aktörü yeniden gördük: ABD ve Rusya. Aslına bakılırsa ABD, Başkan Obama ile yeni bir dönem ve yeni bir stratejik açılım başlatmak istemişti.
Bunun çoktan başlamış olduğunu en yakın müttefikleri olan İngiltere, Fransa, Almanya, Türkiye ve İsrail gibi ülkeler bile, yeni yeni anlayabiliyorlar. Son gelişmeler, dünyadaki yegâne büyük güç olan ABD'nin yeni politikası hakkında da önemli işaretler verdi.
Birincisi, ABD, tüm müttefiklerinin görüşlerini almak konusunda son derece nazik davranan, ancak tümüyle kendi stratejisini adım adım uygulayan bir yönetime sahip. Ortadoğu'daki gelişmeler, Başkan Obama'nın stratejisi ve zamanlaması çerçevesinde gerçekleşti.
İran ile imzalanan anlaşmanın, ABD'nin bir senedir, İran ile doğrudan görüşmeler yapılarak hazırlandığı ortaya çıktı. Bu son hususu, ABD'nin müttefiki tüm ülkeler anlaşma yapıldıktan sonra öğrendiler.
İkincisi, yapılan anlaşma, sadece İran'ın nükleer araştırmalarının sivil kullanım alanında kalmasının nasıl kontrol edileceğini belirledi. Ancak, bir yıl boyunca, ABD yetkililerinin İran ile sadece bu konuyu tartışmadıklarını düşünmek yanlış olmaz. Dışişleri Bakanı John Kerry, 22 Ocak'ta gerçekleşecek Suriye iç savaşını durdurmaya yönelik Cenevre 2 Konferansı'nın barış için büyük bir şans olduğunun dün yaptığı toplantıda ısrarla altını çizdi. Suriye'de, Esad rejimini ayakta tutan güçlerin İran ve Rusya olduğu düşünülürse, ABD'nin bu konuda bazı açılım garantileri almış olduğu varsayılabilir.
Obama'nın, Suriye'ye askeri müdahale konusunda son anda vazgeçmesi ve kararı Kongre'ye götüreceğini açıklaması, başta Türkiye ve Fransa olmak üzere tüm müttefiklerine sürpriz olmuştu. Bunun akabinde Rusya ve Çin'in, BM Güvenlik Konseyi'nde kimyasal ilaçlar konusunda Suriye için alınan kararı veto etmemeleri, sınırları ancak şimdi görülen bir pazarlığın muhtemel karşı adımıydı.
ABD'nin, Ortadoğu'da askeri güç kullanmayı reddeden yeni yaklaşımı (ilerde belki adına 'Obama Doktrini' denebilecektir), bölgede muhtemelen yeni ve beklenmedik dengeler oluşturabilir.
Türkiye'nin "yumuşak gücü" ve bunun kullanımı, şimdiden sonra daha da önemli olabilir.
AB, "yumuşak gücünün" sınırlarına geldiğini Ukrayna örneğinde anlamış bulunuyor. Rusya'nın muhalefetini Gürcistan'da da, Ukrayna'da da kıramadı.
Bölgede, AB'nin ilkelerinin ve Tek Pazar'ın refah ve istikrarının ihraç edilebilmesi için, Türkiye gibi "röle" bir ülkeye ihtiyaç duyulduğu apaçık ortada...
Türkiye de gücünün önemli bölümünü AB, NATO gibi konvansiyonel ittifaklarından alıyor. AB üyeliğinin devamlı geciktirilmesi, bölgede istikrar oluşturulamamasına ve mezhep çatışmalarının çıkmasına mal oldu. ABD'nin göreceli olarak geri adım attığı bir Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya coğrafyasında, barış ve istikrar sağlanmasını temin etmek için AB ve Türkiye'nin, bir an önce harekete geçmelerinin zamanının geldiği meydana çıktı. Ancak güçlerimizi birleştirdiğimizde barış umudu yaratabileceğimiz açıkça görülüyor.