Bu hafta Lüksemburg Devlet Başkanı Grandük Henri, Türkiye'yi ziyaret etti.
Lüksemburg, Fransa, Belçika ve Almanya'nın sınırlarının birleştiği noktada yer alan, çok küçük ancak finansal ve siyasi açından etkin son derece gelişmiş bir ülke. Meşruti monarşiyle yönetilen Lüksemburg, AB içinde kritik görevler üstlenen Pierre Werner, Gaston Thorn, Jacques Santer, Jean Claude Juncker gibi siyasetçiler yetiştirdi. Minyatür boyutlarıyla hiç orantılı olmayan ölçüde siyaset yapabilme geleneğine sahip... Özellikle AB üyesi büyük ülkelerin arasında, 60 yıldır hep denge unsuru olarak yer aldı.
Lüksemburg Büyük Dükalığının İstanbul Fahri Konsolosluğu Suzan Sabancı Dinçer tarafından yürütülüyor.
Geçtiğimiz ay, Belçika Kralı'nın kız kardeşi Prenses Astrid ve eşi Prens Lorenz'i de ağırlamış olan Suzan Sabancı Dinçer, Sabancı müzesinde verdiği yemekte Grandük Henri'yi de misafir ederek, sanat, iş dünyası ve diplomasinin buluştuğu noktada ne kadar önemli perspektifler yaratılabileceğinin çok güzel örneğini verdi. Müzede hem çağdaşlığın önünü açan Anish Kapoor'un eserleri, hem de geleneksel Türk hat sanatının ürünleri bir arada sergileniyor.
Yabancı ziyaretçilere çarpıcı güzellikte bir sentez sunuluyor.
Verilen yemekte Grandük Henri ile görüşme fırsatı bulduğum süre boyunca, Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerini konuştuk.
Grandük, AB içinde çok uzun yıllar, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkılmasının temel nedeninin, Türk nüfusun AB içinde istihdam piyasasını işgal etmesi korkusu olduğunu söyledi. Ancak, "mucizevî" terimini kullanarak, Türkiye'nin son on bir yılda gerçekleştirdiği kalkınma hamlesi sonrasında, Türk iş piyasasının yeni iş imkânları yaratmakta AB ülkelerinin çok ötesine gittiğini de vurguladı.
Türkiye'deki gelişmenin, AB'ye çalışmak için göç etme dinamiği ortadan kaldırdığını söyleyen Grandük'e, bunun AB içinde siyasi yansımalarının yeterince görülmediğini söyledim. Bu sözlerime hak verdi, ancak giderek daha belirgin biçimde, Türkiye'nin gelişmesinin AB yöneticileri arasında çok ciddi bir algı değişikliği yaratmakta olduğunu benimle paylaştı. Lüksemburg Grandükü, Türkiye'ye ilk kez bir ziyaret gerçekleştiriyor.
Bu adım bile, sembolik ağırlığıyla Prensin yaptığı analizi doğrular nitelikte.
Bugünlerde hatırlayan çok kalmadı, ne var ki AB ile imzaladığımız Ankara Anlaşması, Türk işçilerine 1986'dan itibaren AB ülkelerinde iş bulma ve iş kurma serbestisi hedeflemişti. 1964'te yürürlüğe giren anlaşma, o dönemde ciddi işgücü sıkıntısı çeken AB kurucusu ülkelere destek olabilecek, genç Türkiye nüfusunun da istihdam sorununu bir ölçüde hafifletecekti. Bu anlaşma tek taraflıydı çünkü dönemin Türk hükümeti, İtalyan işçilerin Türk pazarını işgal edeceklerinden korkarak bu serbestinin tek taraflı olmasını şart koşmuştu.
1964'ten bu yana yaklaşık elli yıl geçti, AB inanılmaz bir kalkınma başarısı gösterdi. Şimdilerde ise hem ekonomik büyüme, he istihdam konusunda büyük bir durağanlığa itilmiş bulunuyor.
Türkiye ise hem büyüyor, hem de artan nüfusuna istihdam yaratabiliyor.
Grandük Henri ile konuştuktan sonra, ekonomik, siyasal ve sosyal durumumuz hakkında sağlıklı bir analiz yapmak için Türkiye'ye yabancı bir gözle bakmanın çok daha verimli olduğunu düşündüm.