ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri arasında, düzeltilmesi zaman alacak, şiddetli bir kriz çıktı. Alman Şansölyesinin özel telefonunun, National Security Agency (ABD Ulusal Güvenlik Örgütü) tarafından dinlendiği ortaya çıkınca, büyük bir diplomatik skandal koptu. Angela Merkel, Barack Obama'yı telefonla arayarak rahatsızlığını ve kızgınlığını iletti. II. Dünya Savaşı'nın sonundan beri, ilk kez bir Alman Başbakanı ile ABD Başkanı arasında bu kadar açıkça kamuoyuna yansıyan bir anlaşmazlık söz konusu oldu. Başkan Obama, istihbarat örgütlerinin daha iyi denetlenmesi için soruşturma başlattı
Avrupa Birliği içinde, "verilerin korunması" için güvenlikli bir sistem kurma çabaları sürüyor. Ancak bu tür bir sistem oluşturulsa ve veriler çok iyi korunsa dahi, Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki asimetrik ilişkinin yapısı değişmeyecek. Bu asimetrik yapı, 1945'ten itibaren adım adım oluştu. İki dünya savaşı sonrasında yok olan Avrupa siyasi sistemi, tüm güvenlik endişelerini transatlantik işbirliğine havale etti. ABD, savaştan çıkan Avrupa ülkeleri ve Japonya'yı, Sovyet tehlikesine karşı himayesine aldı.
Türkiye'nin de dâhil olduğu çok sayıda ülke, 1950'den itibaren ulusal güvenliğinin garantisini ABD ile ittifakta aradı. Giderek daha fazla bütünleşen, NATO örneğinde görüldüğü gibi ABD'nin teknolojik ve siyasi üstünlüğünün tartışma konusu olmadığı bir güvenlik ağı oluştu. Bu ağın içinde, Türkiye, Fransa, Birleşik Krallık gibi kimi ülkeler, askeri anlamda harcamalarını çok azaltmadılar. Japonya ve Almanya, çok daha az askeri harcama yaparak, kaynaklarını ekonomilerinin daha hızlı gelişmesine ayırabildiler. Asıl askeri harcamaları ABD yaptı. Karşılığında büyük bir savaş sanayii kurdu.
Bugün dünyada teknoloji üretebilen üç büyük pazar, yani ABD ve Kanada, AB, Japonya, Güney Kore ve bazı Güneydoğu Asya ülkeleri, Amerikan güvenlik şemsiyesi altında bulunuyor. Dolayısıyla, "Batı ittifakı" ya da "demokratik ülkeler" olarak tanımladığımız sistem, görüldüğünden çok daha fazla bütünleşmiş ve giderek de bütünleşen bir yapıya sahip.
Bunun siyasi üstyapısı ise, bağımsız ülkelerden oluşuyor. Bu ülkelerin, birbiriyle istişare mekanizmalarını asgari düzeyde kullanarak dış siyasetlerini belirli ölçülerde uyumlaştırmaları, belli ki sistemin işlemesine yeterli olmuyor. Güvenlik sisteminin başında olan ABD, çok daha fazla bilgi değişimi içeren bir işleyişe ihtiyaç duyduğu için, gerektiğinde mahrem ulusal bilgileri de toplamaktan çekinmiyor. Son gelişmeler bunu açıkça gösterdi. AB ülkelerinin çok sert ve kızgın bir tepki vermeleri, aslında herkesin bildiği bir gerçeğin bu denli aleni biçimde ortaya dökülmüş olmasından kaynaklanıyor.
Bir yandan NATO güçlerinin daha hızlı ve entegre hale gelmesi hedeflenirken, diğer yandan AB, ABD ve sonrasında Japonya'yı da kapsayacak bir serbest ticaret alanının temelleri atılırken, böylesi bir güven krizi çıkması önemli bir sorun olarak görülebilir. Ne var ki, değişen dünyada, kurumsal yapılar da artık değişmek zorunda. Bu açıdan, demokrasi dünyasının belki daha kalıcı, daha bütünleşmiş bir "üst yönetişim" yapısına ihtiyaç duyduğu söylenebilir. Türkiye de, bu sistemin bir parçası olacağından, gerek AB üyeliğinin, gerek ABD ticaret anlaşmasına taraf olma girişimlerinin önemi şimdi daha da belirgin.