Şam'da, 21 Ağustos günü kullanılan ve ciddi katliama neden olan kimyasal silahlar, o günden beri dünyanın gündemini meşgul ediyor. Birleşmiş Milletler sistemini ciddi biçimde sarsabilecek bu gelişme, ABD başta olmak üzere demokratik ülkelerin ciddi tepkisine neden oldu.
İlginç biçimde, soğuk savaş günlerini hatırlatan bir saflaşma meydana geldi. ABD, Fransa, Kanada, Türkiye, Suriye'ye ciddi yaptırım uygulanmasını hedefliyorlar. İngiltere genelde ABD'ye verdiği koşulsuz desteği, Avam Kamarası'nın karşı çıkmasıyla bu defa veremedi, ancak Britanya hükümeti kimyasal silahların Esad güçleri tarafından kullanıldığı konusunda yeni kanıtlar olduğunu açıklayarak parlamento desteğini almaya çalışıyor. Bu grubun karşısında, Rusya ve onun kural tanımazlığı bulunuyor. Çin Halk Cumhuriyeti de, sessiz ancak kararlı biçimde Esad rejiminin askeri yaptırıma uğramasını engellemeye çalışıyor.
Geri kalan "yükselen ülkeler", Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika, tıpkı Soğuk Savaş dönemi Bağlantısızlar hareketi gibi, her iki tarafa da mesafeli durmayı tercih ediyorlar. Askeri bir müdahalenin savaşı tırmandırmasını istemiyorlar. Federal Almanya, savaş karşıtı tavrını muhafaza ediyor, AB ülkelerinin önemli bir bölümü de, savaşa kadar gitmeyecek bir "siyasi çözüm" istiyorlar. AB, 28 üyesinin imza atabileceği bir ortak karar almaya çalışıyor ve çok zorlanıyor.
Dünya kamuoyunda, Putin Rusya'sının rolü iyice teşhir oldu. Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorski, Suriye'de Esad rejimini kimyasal silah kullanmakla itham eden siyasetçilerden biri oldu. Sikorski, Esad'ın elinde bulunan kimyasal silah stokunu, 1970 ve 1980'de Sovyet desteği ve teknolojisiyle geliştirdiğini açıkladı. Bu saldırıda Rusya'nın sorumluluk taşıdığını belirtti. O dönemde Polonya'nın SSCB ile Varşova Paktı içinde oldukları düşünülürse, hiç yabana atılmayacak bu açıklama, G-20 toplantısından ötürü kendine gündemde fazla yer bulamadı. Rus Savunma Bakanlığı, bu açıklamaları tekzip etse de, inandırıcı olmadı.
Papa 1. Françesko'nun, savaşı durdurmak için Rus lideri Vladimir Putin'e mektup göndermesi bile, tüm dünyanın Suriye'deki Baas rejiminin arkasında kimin olduğunu artık iyice anladığını gösteriyor. Rejimin diğer büyük destekçisi İran, bu karışık dönemden istifade ederek desteğini çekmek ve ABD ile doğrudan temas etmek yolunu seçebilir mi?
ABD, BM düzeyinde çözüm aramak çabasında olmayacağını, BM nezdindeki temsilcisi Samantha Power'ın ağzından açıkladı. Bu açıklama, ABD'nin kararlılığını göstermek açısından önemli oldu. Suriye'deki katliama dönen iç savaşın siyasi çözümü için önerilen "Cenevre2" konferansı, İran'ın katılımı konusundaki anlaşmazlık nedeniyle haziranda toplanamamıştı. İran, bu defa önüne gelen fırsatı değerlendirerek bir adım atabilir mi?
Türkiye, çok az sayıda ülke ile birlikte, katliamın durdurulması için ne gerekirse yapacağını söylemekte direniyor... Herkesin nefesini tutarak gelişmeleri takip ettiği bu günlerde, Türkiye'nin sağlam tavrının dikkatleri üzerine çekmesi mümkün değil, ancak uzun vadede, bölge halkları kimin ne için mücadele verdiğini iyi hatırlayacaklardır.