Birleşik Krallık Avam Kamarası, Suriye'ye kimyasal silahları kullanan Baas rejimine karşı askeri müdahaleyi, çekişmeli bir oylama sonucu reddetti. Bu ret kararının temelinde, Irak savaşı öncesi, Batı ülkeleri ve kamuoylarının kitlesel imha silahları konusunda, büyük ölçüde Muhafazakâr Cumhuriyetçi Bush yönetimi tarafından aldatılmış olması yatıyor.
Birleşmiş Milletler heyetinden kesin bir rapor gelmeksizin, Avam Kamarası askeri müdahaleye onay vermeyecek gibi duruyor.
Irak savaşı ile Suriye'nin bugünkü durumu arasındaki karşılaştırmada benzerlik de bununla kısıtlı. Irak'ta Saddam Hüseyin, 11 Eylül sonrası Bush yönetiminin aradığı "ideal suçlu" profiline uyduğu için hedef seçildi. Elinde olmayan kitle imha silahları bahane edilerek iktidardan düşürüldü. Irak'ta örgütlenememiş muhalefet, kendisini bir anda iktidarda buldu. Siyasi anlamda örgütlü olan tüm muhalif hareketler Saddam Hüseyin tarafından yok edilmiş olduğu için, etnik köken ya da mezhep bağlamında bir siyasi ayrışma yaşandı.
Sonuç olarak Irak'ta devlet yapısı, kalıcı biçimde çöktü. Suriye'de de, benzer bir askeri müdahalenin ardından, devletin ve hukuki altyapının bir daha düzelemeyecek biçimde yıkılmasından korkuluyor.
Irak'ta savaş öncesi Saddam'a karşı bir halk direnişi görülmezken, Suriye'de ayaklanma iç dinamiklerden kaynaklandı.
Saddam'ı kimse desteklemezken, Suriye'nin Baas rejiminin yanında, İran ve Rusya savaşıyor. Saddam Hüseyin'in tersine, Esad'ın elinde kimyasal kitle imha silahları olduğunu herkes biliyor. Bunları sivil halka karşı kullandığı da artık kesinleşmekte; Batı kamuoyu Suriye'deki katliama sessiz kalınmaması taraftarı. Savaşı kimse istemiyor ancak Suriye'deki katliamın durması da önemli bir kamuoyu baskı unsuru olarak kendisini belli ediyor.
Bugünkü denkleme bakıldığında, Suriye'deki rejimin devrilmemesi için bütün unsurlar bir arada gibi duruyor.
Muhalefet yeterince güçlü değil, iktidar düşecek kadar zayıf değil. ABD, Birleşik Krallık ve Fransa, kısıtlı bir askeri tepki vermek taraftarı, Rusya buna karşı, ancak rejimin devrilmeyeceği bir harekâtı engellemeyebilir.
Büyük düşünür Immanuel Wallenstein bile, ciddi askeri gücü olan hiçbir ülkenin Suriye'ye müdahale etmek niyetinde olmadığını söyledi. Noam Chomsky de, kendi sayfasında yayınladığı söyleşide benzer bir görüş sergiliyor. Yalnız her iki düşünür de, kısa vadede temel bir siyasi dönüşüm olmasa da, orta ve uzun vadede çok önemli bir değişiklik olduğunun altını çiziyorlar.
O değişiklik, Arap dünyasında toplumların, insanların artık dikta rejimleri altında yaşamak istememeleri... Bu geri dönülmez bir değişiklik olarak duruyor. Adeviyye meydanından Bahreyn'e, Tunus'tan Suriye'ye kadar tüm toplumlar, maruz kaldıkları katliama rağmen direnmeyi sürdürüyorlar.
Askeri darbeye de, askeri diktatörlüğe de inanılmaz bir direnç ile karşı çıkıyorlar.
Türkiye, bu devasa karışıklıkta, temel olarak insani yardım yapıyor, belki sınırlarında yaşanacak olan insan göçünü nasıl karşılayacağını düşünüyor.
Muhtemel bir askeri harekâta katılmaması çok daha hayırlı olacak. Çünkü bölgede, halkların esinlenebileceği yegâne demokratik toplum projesi olarak Türkiye var. Bunu, Wallenstein ve Chomsky gibi, dünyada itibarı tartışılmayan büyük filozoflardan, Jean Daniel gibi anıtsal medya figürlerine kadar herkes söylüyor...