Arap ülkelerinde "devrim" niteliği taşıyan değişim başladığından bu yana, Türkiye'nin bölgesel rolü dünya gündeminden düşmüyor. AK Parti hükümetinin icraatı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bölge ülkelerinin kamuoylarında sahip olduğu destek, kısa sürede Türkiye'nin bir "rol model" algısı oluşturmasını sağladı. Aktif bir dış siyaset de, bu algıyı güçlendirdi.
Bu noktadan itibaren, dış politika alanı, hükümetin en fazla tartışılan icraatını oluşturdu.
Dış basında, rastlanan eleştirilerden çok, siyasi liderler ve kanaat önderleri düzeyinde, Türkiye'nin bölgesinde istikrar ihraç eden güçlü rolü vurgulanır oldu. İç siyasette ise, toplumda geniş destek gören sağlık, eğitim, ekonomi gibi alanların dışında kalması, dış siyaseti eleştirilmesi daha kolay bir alan haline getirdi.
Bir köşe yazısı çerçevesinde, son on yılın dış siyasetinin bilançosunu çıkarmak tabii ki mümkün değil. Dış siyaset, mutlak başarıların ya da mutlak başarısızlıkların olduğu bir alan da değil.
Kısa vadede alınan sonuçlar, uzun vadede tamamen değişebiliyor. Her şeyden öte, çevresinde genel bir savaş hali varken, hiçbir ülkenin de bundan etkilenmeden yaşayacağının düşünülemeyeceğini hatırlamak da gerekiyor.
Son dönemde, Türkiye'nin "sorun" yaşadığı ülkelere bakmakta yarar olabilir:
Güney Kıbrıs, Rusya Federasyonu'nun finans merkezi haline geldi ve AB içinde "yeterli yardım verilmek istenmeyen" bir ülke olarak tarihe geçti. Suriye, kendi halkına katliam yaparak ayakta kalmaya çalışan ve korkunç bir kâbus haline gelmiş bir rejime sahip. Destekçileri Rusya Federasyonu ile İran...
Rusya'da Putin, SSCB döneminden hiç aşağı kalmayan demokratiklikten uzak bir rejime doğru hızlı adımlarla gidiyor. İran, bütün dünyada tecrit edilmiş bulunuyor.
Halkı rejimi değiştirmek için elinden geleni yapsa da başarılı olamıyor. Ermenistan, yapılan tüm baskılara rağmen Azerbaycan ile çözüme yanaşmayan ve giderek içinde bulunduğu sosyal, ekonomik felaketi koyulaştıran bir rejime sahip.
Mısır, demokrasiye geçişte Türkiye'den büyük destek aldı ancak yeterli olmadı.
Mısır'daki darbeyi baştan mahkûm eden Türkiye'nin bu tavrının doğruluğu, şimdiden benimsenir hale geldi. Sorunlu olduğumuz İsrail ise, yeni yerleşme merkezleri açmaya devam ederse kurulduğundan beri ilk kez AB tarafından yaptırıma maruz kalacak. Bunun dışında, demokratik işleyişi geleneksel olarak sağlam olan ya da genç demokrasisinden ödün vermeyen ülkelerle, Balkan ülkeleri başta olmak üzere, Türkiye'nin sorunu olmadığı gibi etkisi sağlıklı biçimde kendisini gösteriyor.
AB içinde, Türkiye üye olursa AB bütçesine şimdikinden daha fazla para vermek istemeyen Almanya, Avusturya ve Hollanda dışında Türkiye, hiç bu kadar fazla desteğe ve samimi müttefike sahip olmamıştı. Dünyadaki yegâne süper güç olan ABD ile ilişkiler ise, Mayıs ayındaki seyahatte olabilecek en iyi noktaya geldi.
O tarihten sonra yapılan münferit eleştiriler, bu son derece önemli ilişkileri olumsuz etkilemedi. Tüm dünya kendine yeni bir dengeler sistemi ararken, ülkeler iç savaşa sürüklenirken, doğal olarak Türkiye de etkileniyor. Dış siyaseti "revize" ederek, etkilenmekten kurtulacağımızı zannetmek ise, abartılı bir iyimserlik veya sadece muhalefet içgüdüsü gibi duruyor.