Alman Hıristiyan Demokrat Parti CDU, Konrad Adenauer tarafından 1946'da kurulduğundan beri, Avrupa bütünleşmesine sıkı sıkıya bağlı olmayı bir siyasi gelenek haline getirdi. Hıristiyan Demokrat bütün başbakanlar, Ludwig Erhard'dan Helmut Kohl'e kadar hepsi, Avrupa Birliği'nin geleceği ile Almanya'nın geleceğini bir ve beraber gördüler.
Güçlü bir Almanya'nın, ancak güçlü bir AB içinde var olabileceği görüşü, çok yakın zamana kadar, Hıristiyan Demokrat Şansölye Angela Merkel'in de ilkesi olmayı sürdürüyordu. Bir sene öncesine kadar Merkel, "Euro krizinden çıkmak için gerekli olan daha az değil, daha çok AB" sözünü ağzından düşürmemesiyle ünlüydü.
Aynı Angela Merkel, üç aydır AB konusunda neredeyse eski tavrına taban tabana zıt denebilecek bir üslubu benimsemiş gibi görünüyor. Türkiye'nin üyeliği konusundaki muhalefetini daha önce bu satırlarda tartıştık. Ne var ki, Merkel'in ve hükümet ortağı Dışişleri Bakanı Westervelle'nin son dönem AB politikaları, diğer AB üyelerini de çok ciddi biçimde rahatsız ediyor.
AB Dışişleri ve Avrupa bakanlarını bir araya getiren son Genel İşler Konseyi'nde, Sırbistan ile üyelik müzakerelerinin açılmamasını isteyen Almanya, bütün şimşekleri üstüne çekti. Alman Parlamentosu'nun bu karara onay vermeyeceği hususundaki görüş, Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn'un "bundan sonra yapmak istediklerimizi kendi aramızda konuşacağımıza, Alman Parlamentosu Bundestag'a yazarak soralım" demesine sebep olan büyük bir gerilim doğurdu.
Almanya'da iktidardaki koalisyon hükümeti, eylülde yapılacak seçimlere sıkıntılı giriyor. Koalisyonu devam ettirebilecek sandalyeye ulaşma konusunda endişeler var. Hıristiyan Demokrat parti, çok yüksek bir oy oranına ulaşacak gibi durmasına rağmen, koalisyon ortağı merkez sağ/ liberal FDP çok ciddi kan kaybederek yüzde beş barajının bir puan altında görünüyor. Angela Merkel'in tüm sağ oylara ihtiyacı var, bunu başarmak için de, az sayıda fakat anahtar durumdaki "anti-AB" oyları gözden çıkarmak istemiyor. Bu yüzden, Avrupa Komisyonu Başkanı'nın doğrudan seçimle iş başına gelmesi projesini tek başına veto etti. Almanya'nın bu siyasetini desteklemesi için Avusturya'ya da ciddi baskı uyguladığı biliniyor. Ancak Avusturya Başbakan Yardımcısı Michael Spindelegger, bu tavrı protesto ederek, Avrupa Komisyonu başkanının doğrudan seçimle iş başına gelmesinin çok iyi bir fikir olduğunu resmi bir açıklamayla duyurdu.
Merkel'in, Türkiye için yeni bir fasıl açılmasına muhalefeti, İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt tarafından "bu gibi ciddi işler, o an kendini nasıl hissediyorsan o biçimde davranarak halledilmez" cümlesiyle ağır biçimde eleştirildi. AB siyasetini Alman seçimlerine alet ettiği eleştirilerine Merkel, "hangi kararı, hangi uygulamayı seçimlerden dolayı geciktirdiğini" sorarak yanıt veriyor. Ancak Hıristiyan Demokrat partinin ikinci ismi Wolfgang Schaeuble ile bile, AB konusunda birbirine ters demeçler vermesi, Şansölye'nin bu yeni siyasi tavrını anlamayı tüm AB ülkeleri için zorlaştırıyor.
AB içinde, giderek siyasi gücünü daha fazla kullanan Almanya'ya karşı, diğer üye ülkeler sonbahardaki seçimlere kadar nispeten esnek tavırlarını sürdüreceklerdir. Ancak seçim sonucu her ne olursa olsun, sonrasında AB içinde ciddi bir tartışma başlayacağı, bunun Türkiye'yi de etkileyeceği yüksek ihtimal...