Avrupa Birliği ile ilişkilerde, korkulan bunalım ciddi bir hasar vermeden aşılabildi. AB Dışişleri ve AB bakanlarından oluşan Genel İşler Konseyi, salı günü aldığı bir son dakika kararıyla AB müktesebatının 22. faslını, yani Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların koordinasyonu alanını müzakereye açtığını ilan etti. Alışılmadık diplomatik bir formül bulunarak, Konsey bu aldığı kararı muhtemelen kasımdaki toplantısında teyit ederek uygulayacağını ifade etti. Buna göre, İlerleme Raporu'nun açıklanması sonrasında Genel İşler Konseyi, kararını teyit ederek Hükümetlerarası konferans tarihini belirleyecek.
Kısa bir durum değerlendirmesi yapmak gerekirse, her şeyden önce üç yıllık bir süre sonrasında ilk kez bir fasıl açıldı. Konsey Başkanı Herman Van Rompuy ve İrlanda dönem başkanlığı tarafından taahhüt edilen, kararı alınmış olan bu süreç, Almanya tarafından geçen hafta son dakikada durdurulmak istendi. Gezi olayları ve polisin tutumu bahane edildi. Avrupa Bakanlar Konseyi'nde kimse Gezi olaylarını bahane eden Almanya'yı desteklemedi. Dolayısıyla Angela Merkel tek başına kaldı, kendisi için güç de olsa geri adım atmak mecburiyetini hissetti.
2013 yılı İlerleme Raporu, bu gelişmeler sonrasında gündemde en üst sıraya çıktı. Geçtiğimiz sene kimse bu raporu ciddi bir değerlendirmeye tabi tutmamıştı. Çünkü raporda yazılanlara bakıldığında, Türkiye ile fasılların açılmaması izah edilemiyordu. Bu yıl, özellikle siyasi kıstaslar hakkındaki değerlendirme çok ciddi bir önem kazanacak. Özellikle de, Gezi olaylarıyla ilgili yargı süreci işleyişi, göstericilerle profesyonel provokatörlerin iyi tefrik edilmesi, bu rapora mutlaka dikkatli yansıtılması gerekecek hususların başında geliyor.
Şansölye Merkel'in Türkiye'nin AB üyeliği maliyeti hakkındaki görüşleri artık inandırıcı değil. Devamlı "Türkiye AB'ye çok pahalıya mal olacak büyük bir ülke" derken, Türkiye bugün üye olsa, AB bütçesinden belki 25 yılda alabileceği paranın Yunan ekonomisini kurtarmak için iki yılda sarf edildiğini, bu paraların Yunan ekonomisini de kurtaramadığını 26 ülke ve AB kamuoyu görüyor.
Herman Van Rompuy, Stefan Füle, Carl Bildt başta olmak üzere Türkiye'yi destekleyen tüm AB'lilere teşekkür etmemizin yerinde olduğunu düşünüyorum. Bu ilişki çıkmaza girseydi, yeniden tesis edilmesi çok zor olurdu. AB konusundaki siyasi iradesi sorgulanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "masayı terk eden biz olmayız" tavrı da, bütün bu kargaşa içinde krizin tırmanmasını engellediği için özel bir not düşmeyi hak ediyor.
Türkiye bu bölgede hep yazdığımız gibi, son derece önemi bir istikrar noktası. İstikrar ihraç edemediği zaman tüm bölgede çatışmalar alevlenebiliyor. Bu açıdan da AB ile ilişkilerin kopmaması yaşamsal önem taşıyor. Bu gerçeğin sadece kriz anlarında değil, sürekli olarak hatırlanması, sadece iktidar ve hükümet çevreleri için değil, bu toplumdaki herkes için çok önemli. Hiç değilse bu konuda bir ulusal uzlaşma sağlanması için sivil toplumun ve muhalefetin de sorumluluk alması gerekiyor. AB ilişkilerinin önemini, ancak bu ilişkiler kopma noktasına gelince hatırlamak yeterli olmuyor.