Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Ölçü bir kere kaçarsa...

Türkiye'deki toplumsal olaylar, işler iyi gittiği sürece ortada görünmeyen bir dizi husumeti de ortaya çıkardı.
Gerek yurtiçinde, gerek yurtdışında, bir anlamda tavırların ve tepkilerin çok görünür, çok şeffaf hale geldiği bir dönem yaşadık.
İlk günlerin yarattığı gerginliğin, yabancı kanallar ve sosyal medya aracılığıyla ciddi biçimde abartılarak yansıtılması, AB ve dünya kamuoyunda, Türkiye'deki durum hakkında bir "Lübnan iç savaşı" görüntüsünün hâkim olmasına neden oldu. Bu algılama, Türkiye'nin üyeliğine muhalif çevrelerde, normal koşullarda yazmaktan ve telaffuz etmekten çekinecekleri görüşleri fütursuzca ortaya koyma eğilimi başlattı.
Bu gelişmenin herkesi benzer biçimde etkilediğini söylemek doğru olmaz. Son KPK toplantısında, sanılanın aksine gerek Avrupa Parlamentosu, gerek AB içinde aklıselimin galebe çaldığının çok sayıda işaretini görebildik. Türkiye'yi en iyi tanıyan, ancak aynı zamanda Türkiye üyeliğine karşı olan Hıristiyan Demokrat gruba bağlı milletvekili Ria Oomen-Ruijten, parlamentonun Gezi olaylarıyla ilgili aldığı kararda, Türkiye'de iktidar mevkiinde bulunan siyasetçilerin arasında ayrımcılık yapılmış olmasını, çok talihsiz bir yaklaşım olarak niteledi. AB Bakanlar Konseyi de, medyadaki tüm kışkırtıcı atmosfere rağmen, bir fasıl açma kararı alarak, çatışmacı havanın kurumsal ilişkilere egemen olmasını engelledi.
Bir de bu karışıklıkta, tümüyle ölçüyü kaçıranlar kategorisi var: AB içinde en fazla okunan bülten olan Agence Europe'un başyazarı Ferdinando Riccardi bu konuda rakipsiz görünüyor. Agence Europe, Türkiye-AB ilişkileri konusunda, kurulduğu günden bu yana daima muhalif olmuştu.
Kurucusu ve ilk Başyazarı Emanuele Gazzo döneminden beri çizgisi değişmedi.
Ne var ki, son başyazısında Riccardi, geçerli olan tüm etik kuralları bir kenara iterek, bir "rüyasını" bizlerle paylaşmış.
Rüyası, kısaca tanımlamak gerekirse, "İstanbul" ve çevresini AB tarafına çekmek, Ankara ve diğer kısmı da, seçmiş olduklarına inandığı İslami kaderi serbestçe yaşamaları için özgür bırakmak... Bu bir şaka değil, AB'de yayımlanan ve ciddiye alınması gereken teknik bir bültende, Türkiye'nin hükümetinin ve onu destekleyen çok ciddi bir halk kesiminin, laiklikten vazgeçtiğini, bunu yeni bir anayasa yaparak tescil edeceğini söyleyen bir yazı çıktı.
Bundan hareketle, İstanbul ve çevresinin tarihte daima "Avrupalı" olduğu, ancak geri kalan kısmın bu kategoriye alınmayacağı bir sistemin oluşturulması "rüya" olarak sunuluyor.
En azılı komplo teorisyeni bile, böylesi bir başyazıyı kurgulayamazdı. Ancak bu yayımlandı. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan bütün Birleşmiş Milletler sistemi, dünyada barışın kalıcı olabilmesi için sınırların değişmezliğini vurgular.
AB ülkeleri, bu temel ilkenin en sadık destekçileri olmuşlardır. Hangi aymazlık, hangi inanılmaz küstahlık ve cehalet Ferdinando Riccardi'ye, AB "rüyası" görmeye devam etmesi için Türkiye'nin sınırlarını yeniden çizdiriyor, ciddi bir merak konusu...
Gerek Euro krizi, gerek büyüyen ve küreselleşen dünyada yerini kaybetme korkusu, AB içinde aklı başında zannettiğimiz çok sayıda kanaat önderinin son derece sığ "oryantalist" yönünü gözler önüne serdi.
Çin atasözünün "krizler fırsat yaratır" görüşü, belki de kimi utanç verici gerçeğin görünür hale gelmesini kastediyordur.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA