İngiliz İşçi Partisi hükümetinin son dışişleri bakanı David Miliband, Financial Times'da Türkiye ile AB ilişkileri konusunda önemli bir yazı yazdı. Kardeşi Ed Miliband'e karşı İşçi Partisi Başkanlığı için yarışan ve çok ufak bir farkla kaybeden David Miliband, o tarihten beri önemli siyasi çıkışlar yapmıyor.
Bu yazısında, Türkiye'nin AB ilişkilerinin sürdürülemeyecek hale geldiğini, bu açmazın temel nedeninin de Fransa'nın Sarkozy dönemi Türkiye siyaseti olduğunu vurguladı. Miliband'e göre Başkan François Hollande'ın, Türkiye'ye karşı durmak bir yana, hızlı değişimine katkıda bulunarak Sarkozy döneminin tamamen sona erdiğini vurgulaması gerekiyor. Hollande'ın bunu yapacağına inandığını belirterek yazısını bitiriyor.
Bunu yazan kişi, İngiltere'nin gelecekteki muhtemel başbakan adaylarından biri ve Sosyalist camianın önde gelen ismi olmasa, basit bir yorum olarak geçiştirmek kabil olabilirdi. Ancak bu yazıyı önemli bir işaret olarak görmekte ve gelişmeleri beklemekte yarar var.
Fransa, resmi düzeyde sadece sıcak mesajlar veriyor, ancak şu ana dek AB konusunda somut bir adım atmadı. Başkan Hollande, Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştirmenin hazırlıkları içinde bulunuyor.
Garip biçimde, De Gaulle'den bu yana Türkiye'yi sadece François Mitterrand ziyaret etti. Nicolas Sarkozy'nin ziyaretten çok skandalı andıran altı saatlik gezisi dışında, Cumhurbaşkanı düzeyinde görüşmeler, fasılalarla hep Fransa'da gerçekleşti.
Hollande'ın gezisi, Miliband'in öngördüğü gibi bir "milat" olabilir mi?
Bütün olumlu işaretleri anlamlı kılacak olan ise, Almanya'nın ve üçüncü dönem Başbakanlık hedefleyen Şansölye Merkel'in tutumu olacak... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son Almanya ziyareti ve yapmış olduğu önemli açıklamalar, her şeyden önce Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ısınmaya başladığını vurguladı.
Bu ziyaretinde Şansölye Merkel, Almanya seçimleri öncesi nasıl bir tavır sergileyeceğini gösterecek. Yapacağı açıklamaları çok iyi takip etmek ve satır aralarını okumak gerekecek... Almanya'nın en azından tarafsız bir tutum takınması bile, Fransa'nın muhtemel adımlarına çok önemli bir destek olacaktır.
Son olarak, AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, bir "alternatif ilerleme raporu" hazırlatarak AB ilişkilerinin durağanlığını protesto eden siyasi bir jest yaptı. Bağış'ın bu girişimi, Türkiye'nin uyum sürecinde "bardağın dolu tarafını" göstermeye çalışması açısından ilginç oldu. Ne var ki asıl önemli yönü, hem dönem başkanlığını yürüten Güney Kıbrıs'ı altı ay boykot eden, hem de Komisyon'un hazırladığı raporu olumsuz siyasi etki altında kalmış gören Türkiye'nin, sert bir tavır koymuş olması...
Yıllardır AB'nin, başlatılmış müzakerelerde kural değiştirmesini ve tarafsızlıktan uzak davranmasını sineye çeker gibi görünen Türk hükümeti, bunun böyle sürmeyeceğine ilişkin ilk somut işareti vermiş oldu.
Ekonomide ve Orta Doğu'da yaşanan önemli gelişmeler, AB'nin Türkiye ile olan ilişkilerini bir an önce olması gereken olumlu noktaya taşımasının aciliyet kazandığına işaret ediyor. AB ile Türkiye, birbirlerinden vazgeçebilecek manevra zenginliğine sahip değiller. Fransa ve Almanya'dan önümüzdeki üç ay içinde gelecek açılım, ilişkilerin ufkunu yeniden çizebilir. AB'ye takınılan tavrı, yapılan açıklamaları ve alternatif raporu bir iç siyaset girişimi gibi görmek ise, Türkiye'nin gelişmesini tümüyle yanlış okumaya eşdeğerdir.