Başbakan Erdoğan, üç gün önce televizyonda yaptığı uzun bir söyleşide, Avrupa Birliği konusunda bugüne dek hiç olmadığı kadar açık bir üslup kullandı ve 2006'dan bu yana, müzakerelerde çektiğimiz zorluklar konusunda ilk kez, isim vererek iki AB liderini suçladı. Bunlardan biri Alman Şansölyesi Merkel, diğeri de eski Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy...
Sarkozy başarısız bir lider oldu ve koltuğunu kaybetti. Angela Merkel ise, dünyanın en güçlü ekonomilerinden birinin başında, "birleştirici" yönüyle yıllardır iktidarını sürdürüyor ancak son krizi yönetmekteki yetersizliğiyle bu iktidarı daha ne kadar sürdürebileceği de çok önemli bir soru işareti oluşturuyor.
AB'nin temel sorunlarından biri Alman ekonomisinin ve toplum yapısının diğer AB ülkelerine hiç benzememesinden kaynaklanıyor.
Almanya'nın da daha fazla tüketecek, AB'yi sadece üretim ve tasarruf değil, tüketim anlamında da hızlandıracak bir yapıya kavuşması isteniyor.
Merkel bu dönüşümü sağlayabilecek bir siyasetçi değil. Türkiye ile olan ilişkiler konusunda da ezberinin dışına çıkamayacak, yeni bir perspektif açamayacak gibi görünüyor. Oysa AB'nin de, dünyadaki diğer ülkelerin de Türkiye'nin bu yeni konumuna uygun perspektifler oluşturmaları gerekiyor. Şanghay Örgütü ile olan ilişkiler bunun sadece bir boyutu...
Şanghay İşbirliği Örgütü
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "latife" olarak nitelediği, AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'ın da "latife, doğru ama fazla naz da âşık usandırır" demeciyle pek yabana atılmayacak bir çıkış olduğunun altını çizdiği Şanghay yaklaşımında neler var?
Şanghay İşbirliği örgütü, tümüyle güvenlik mülahazaları göz önüne alınarak 1996'da kurulmuş bir uluslararası platform. Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan'dan oluşuyor. Zamanla ekonomik işbirliği konusunda da birtakım adımlar atılmış olsa da, esas olarak hükümetlerarası bir siyasi platform olma özelliğini sürdürüyor. Üyeleri arasında bir serbest ticaret bölgesi oluşturma hedefi var ama bugüne dek ciddi bir uygulama olmadı.
Pakistan, Hindistan ve İran "gözlemci üye" olarak katılan önemli ülkeler. Bir "Asya" örgütü olmayı hedefliyor, ABD'nin de gözlemci olmak istediği ancak reddedildiği bir kurum...
Siyasi anlamda Şanghay, NATO ittifakı, AB ve "Batı" dünyası örgütlenmesine karşı bir alternatif olma hedefini pek saklamıyor. Türkiye, bu örgüte "diyalog ortağı" olarak katılabilen çok az sayıda ülkeden biri. Hem NATO üyesi, hem de AB aday üyesi olarak Şanghay örgütünün de kurumsal bir parçası olabilmek, Türkiye'nin giderek yükselen imgesi ve istikrarlı iktidarı ile açıklanabilecek bir başarı gibi değerlendirilebilir.
Dünya çok hızlı biçimde değişiyor, yeni bir uluslararası mimari yapı oluşuyor. Şanghay örgütü bunlardan biri, İran gibi hiçbir uluslararası örgüte katılmaktan hoşlanmayan bir ülke dahi onun parçası... Bu örgüt bir toplum projesi değil, bir askeri ittifak da olmayacak, ancak bölgesel işbirliğine ihtiyaç duyan ülkeleri bir araya getirdiği de açık... Birleşmiş Milletler de, kuruluş bildirgesine rağmen bir toplum projesi değil, sadece birlikte barış içinde yaşama projesi... Böylesi bir dünyada Şanghay türü örgütlere de yer olacaktır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son çıkışında benzer bir analiz yaptığını görmek mümkün... Onun döneminde Türkiye, konumu, kapasitesi ve giderek gelişen bu kapasitesini kullanma gücüyle, bir yandan AB, bir yandan Asya, bir yandan da yeniden yapılanacak Ortadoğu için vazgeçilmez bir ortak olarak kendisini gösteriyor.