Madrid'de sokaklara inen protestocuların sayısı yüz binleri buldu. Yunanistan'da reformlar yapılamıyor, bu ayın sonunda eğer acil bir yardım paketi kabul edilmezse, Yunan hükümeti ödemeleri yapamayacak duruma gelebilir. Güney Kıbrıs, iki milyar Euro ile atlatabileceğini sandığı Laiki Bank krizi yüzünden, yaklaşık on beş milyar Euro civarında bir acil ihtiyaç paketi için alarm verdi. Güney Kıbrıs'ın Gayrı Safi Milli Hâsılası 25 milyar civarında, yani deyim yerindeyse ekonomisi iflas etmiş bulunuyor. Aynı oranı Türkiye'ye uygulasak, bugün 500 milyar doları aşan bir acil kurtarma paketine ihtiyacımız olurdu. Muhtemelen de kimse böylesi bir meblağı Türk ekonomisi için gözden çıkarmazdı.
Ancak durum bunun tam tersi, tarihte ilk kez bu denli düşük reel faizle borçlanabilen bir Türk Hazinesi var. Aslında daha da düşük ve ehven koşullarda borcumuzu çevirebilmemiz gerekiyor ama gerek uluslararası not kuruluşlarının, gerek "LİBOR" gibi tüm dünyaya referans olmuş faiz sistemlerinin arkasında ne denli kirli oyunlar döndüğü ortaya çıktıkça, Türk ekonomisinin olması gereken referanslara neden bir türlü ulaşamadığı da anlaşılıyor. Gene de, IMF için ilk kez "net para ödeyen" ülke konumuna ulaştık. Sembolik de olsa, bu eşiği aşmamızın son derece önemli psikolojik etkileri olacaktır.
Bu gelişmeler ışığında, giderek daha fazla "AB bu haliyle bizim ne işimize yarayacak" sorusu gündeme geliyor. Bugünkü haliyle, AB Türkiye'nin değil, kendi üye ülkelerinin bile çok fazla işine yarayacak bir yapı gibi durmuyor. Yüz milyarlarca Euro, krize giren finans sistemine zerk edildi, henüz ciddi bir iyileşme görülmedi. Güçlü ekonomilerin banka sistemleri ve hazineleri daha da güçleniyor, Almanya'dan sonra Fransa da son çıkardığı tahvillerle neredeyse piyasadan bedava borçlanabildi. Öte yandan, akıtılan onca likiditeye rağmen İtalyan ve İspanyol bankacılık sistemleri de iyi durumda değil, faizler de düşmemekte ısrar ediyor. Kısaca söylemek gerekirse, fiili biçimde AB, ayakta duran ekonomiler ve ayakta durmak için büyük destek bekleyen ekonomiler olmak üzere ikiye bölündü.
Demokratik işleyişten ödün...
Bu kargaşadan yeni bir sistem çıkar mı? Mutlaka çıkacaktır ancak bugünkü AB sisteminin çok ciddi elden geçirilmesi gerekecek, çok daha iyi entegre bir mali yönetişim oluşturmak gerekecektir. Bunlar zaman alır, çok meşakkatlidir ancak eninde sonunda yapılabilir.
AB'yi asıl tehdit eden gelişme, başta Bulgaristan, Romanya, Macaristan gibi ülkelerde giderek ve hızla demokratik bir işleyişten uzaklaşılmasıdır. Bugün başkanlık koltuğunda oturan Güney Kıbrıs'ın Rusya'nın finansal ve siyasi denetimine girmiş bir ülke haline gelmesidir. AB kurumlarının ise, bu tehlikeli ve vahim gelişmeler karşısında güçsüz ve etkisiz kalmalarıdır. Üye olduktan sonra AB değerlerinden vazgeçmek, kabul edilebilecek bir husus değildir. Ancak çeşitli sorunlarla boğuşan üye ülkeler ve AB kurumları, bu en vahim sorunu şimdilik ertelemek ister gibi bir görünüm vermektedirler.
AB büyük ve yeknesaklaşan bir tek pazara indirgenirse, bir anlamda ruhunu kaybeder. AB bir yaşam biçimidir ve bu yaşam biçimi, evrensel değerlerle örülmüştür. Bu nedenle, gerek Türkiye, gerek bölgedeki diğer ülkeler için bir "demokratik referans" olabilmiştir. AB, bu demokratik kıstaslarından ödün verdiği sürece, ekonomik entegrasyonunu ne kadar sağlıklı hale getirirse getirsin, "muasır medeniyet" statüsünü kaybedecek, bir toplum modeli, bir yaşam biçimi hedefi olmaktan çıkacaktır. Yükselen ırkçılık ve aşırı milliyetçilik sürecinde asıl tehlike de burada yatmaktadır.
Bu gelişme, demokratik standartlarını yükseltmek için daima AB kıstaslarını referans almış ve bu konuda önemli aşama kaydetmiş Türkiye açısından da sorun yaratmaktadır. Kendi standartlarına uymayan ve giderek demokratik işleyişini tehlikeye atan bir sistemin, Türkiye için örnek teşkil etmesi de o denli zorlaşacaktır.