Çarşamba günü Paris'te öğrendim haberi... Felaketin boyutları karşısında insan kendini zaten çaresiz hisseder, o çaresizlik yabancı bir kentte daha da vahim hale gelebiliyor. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde son bir haftada kırk kişiye yakın insan katledildi. Bunun hiçbir akla, mantığa, yüreklere sığacak açıklaması da yok.
Bu gerginlik ve derin üzüntü içinde, Uluslararası Enerji Ajansı'nın bakanlar düzeyindeki toplantısına katılmam gerekti. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın başarılı performansını ve diğer ülke temsilcilerinin ona karşı tutumlarını izledim. Türkiye'nin nasıl önemli bir oyuncu addedildiğini gördüm ve değerlendirmek fırsatını bir kez daha buldum.
Türkiye, yükseliyor, gelişiyor ve kendisine çok önemli hedefler koymayı sürdürüyor. Girdiğimiz bu felaket ve şiddet sarmalından çıkabilmek için, hepimizin işini daha da iyi, daha da heyecanla yapması gerektiğini düşündüm. Hiçbir şeyi unutmaksızın, şiddeti ve cinayeti affetmeden ancak metanet ve vakar içinde işimizi daha da iyi yapmak... Standartlarımızı yükseltmek için daha da yoğun çalışmak... Bulabildiğim yegâne çıkış noktası da bu oldu.
Toplumsal bir dönüşüm başladı
Dünyada her coğrafyada halklar, toplumlar, kendilerine daha iyi, daha gerçek ve katılımcı demokratik işleyiş biçimleri istiyorlar. Bunu da son derece kendiliğinden oluşan yollarla ortaya koymaya başladılar. Demokrasilerde toplum şiddeti reddediyor. PKK gibi bunu anlamayan örgütler zaman içinde bedelini çok ciddi ödeyecekler ve hiçbir toplumsal tabanları kalmayacak.
Şiddet kullanılarak "iyi" bir rejim yaratmak mümkün değil. Kimsenin yerinden kıpırdatılamaz zannettiği, en acımasız diktatörlerden bir olan Kaddafi, son derece kanlı bir hesaplaşma sonucu öldürüldü. Korkunç bir rejimin başı için korkunç bir son yaşandı. "Bu kadar acımasız bir şiddetin üstüne nasıl demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir toplum, bir rejim inşa edilebilir" sorusu herkesin akıllarında...
Avrupa basını, Çukurca saldırısı ve katliamını ilk kez "AB ülkeleri PKK konusunda ne yapıyorlar" sorusunu sorarak manşetlere taşıdı. Bu denli acımasız, bu denli anlamsız, gerçeklerden ve insaftan uzak bir örgüt ve bir saldırının AB basınında bu kadar tarafsızca ve kendini sorgular biçimde yer alması benim AB medyasında ilk kez gördüğüm bir olgu...
AB içinde temel değişiklikler
AB kamuoyu da değişiyor. Fransa'da bulunduğum sürece, Fransız toplumunun kendi cumhurbaşkanından ne kadar bıkkın olduğunu gösteren birçok gelişme bir arada oldu. Sosyalist parti, hiçbir karizması olmayan ancak çok akıllı iki aday arasında ön seçim düzenleyerek François Hollande'ı gelecek mayısta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday seçti.
Normal koşullarda, Nicolas Sarkozy gibi siyasetin kulislerinden yetişmiş ve gücünü çok iyi kullanabilen bir cumhurbaşkanının, böylesi bir sessiz ve sakin görüntü veren adayı rahatlıkla alt edeceği düşünülürdü. Nitekim bunu düşünen ve yazan bir dizi yorumcu da oldu. Ancak Hollande ön seçimi kazandıktan sonra yapılan ilk ankette, eğer Sarkozy ile birlikte ikinci tura kalırsa, Nicolas Sarkozy'nin neredeyse iki misli oy alarak cumhurbaşkanı seçileceği ortaya çıktı. Bugüne dek Fransa'da hiçbir cumhurbaşkanı, henüz koltuğunda otururken toplum tarafından bu düzeyde reddedilmemişti.
Günümüzde toplumlar, nadiren çok olağan dışı, çok karizmatik liderler ortaya çıkartıyorlar. Böylesi evrensel karakterler de bölgelerinde ve uluslararası kamuoyunda hemen sivriliyorlar. Ancak bu özellik, halka yakın, mütevazı politikalarla desteklenmediği sürece ters tepebiliyor... Daima olağandışı liderleri tercih eden Fransız toplumu, Sarkozy'ye karşı Hollande'ı bu denli destekliyorsa, bunun çok ciddiye alınması gereken bir toplumsal dönüşüm olduğunu düşünüyorum. Yirmi birinci yüzyıl, eğer bir "karşısındakini anlamak yüzyılı" olacaksa, bu değişim halkın güvendiği ve kendisine yakın hissettiği adaylar ve çok daha katılımcı bir demokratik sistem sayesinde olacak, her türlü gelişme onu gösteriyor.