Libya, herkesin kafasını karıştıran ve giderek kanayan bir sorun olarak varlığını, her geçen gün ve saat biraz daha fazla hissettiriyor. Arap ülkelerinde başlayan, hiç kimsenin beklemediği ve öngörmediği devrim dalgası, Libya'yı da çok ciddi biçimde sarstı. Tunus ve Mısır'dan farklı olarak, Libya'da egoizmin ve kişisel mutlakıyetin en derin sularında yaşayan, gerçeklerle ilişkisini tümüyle kaybetmiş bir diktatörün olması, bu ayaklanmanın çok kanlı bir hal almasına yol açtı. Libya liderinin nasıl ciddi bir kan gölünü göze alabileceğini tahmin etmek zor değildi. Ne var ki, elindeki gücün ne kadarını, nasıl kullanabileceğini hiçbir istihbarat örgütü öngöremedi.
Libya'nın silahlı kuvvetleri, tümüyle bölünmüş vaziyette bulunuyor. Ordunun yanı sıra, Kaddafi'nin çeşitli oğulları veya bazı bakanlıklar tarafından kontrol edilen bağımsız milisler var. Bunlar birbirleriyle rekabet içindeler. Bölge ve kabile altyapısından kaynaklanan feodal ilişkiler sayesinde silahlandırılan klanlar var. Tam anlamıyla bir totaliter toplum karmaşası görüntüsü veriyor. Bunun karşısında nasıl bir muhalefet olduğunu dahi tam bilemiyoruz. Muhalif güçler de, muhtemelen benzer sosyal yapılanmalar üzerinde yükseliyor. Ülkenin doğusu ile batısı arasında tam bir kopukluk yaşanıyor ve bunun siyasi olduğu kadar feodal bir kırılma çizgisi olduğu da görülüyor.
Kaddafi döneminde devlet hazinesi ile Kaddafi ailesinin varlığı arasında ciddi bir ayırım olmadığı için, diktatörün milyarlarca dolar altını ve nakit parayı elinin altında bulundurduğu, bunlarla yandaşlarının ayaklanmaya katılmasını engellediği öne sürülüyor.
Kansız devrimler, kanlı savaşlara dönüşür mü?
Tunus'ta da, Mısır'da da, silahlı kuvvetler kendi halklarına ateş açmayı kabul etmediler. Bunun temel nedeni, hem bu orduların ulusal, konvansiyonel milis orduları olması, hem de ayaklanmaların tümüyle silahsız halk kitleleri tarafından gerçekleştirilmeleriydi. Ne Tunus sokaklarında, ne de Tahrir Meydanı'nda neredeyse bir molotof kokteyli dahi patlamadı. Sadece sloganlar atarak yürüyen yığınlar söz konusuydu. Bu yığınları bir araya getiren yegâne unsur da, demokrasiyi hedeflemeyen rejimlerine karşı duydukları tahammülün sınırlarına varmış olmalarıydı.
Libya'daki iktidar ise, elindeki tüm araçlarla sivil halka yönelik bir katliama girişmekten bir an dahi geri durmayacağını belli etti. Bunun için Batı dünyası, Tunus ve Mısır gelişmelerinde olduğu gibi birkaç hafta olacakları bekleyip tavır alma lüksünü kullanamadı. Bu "hızlı karar alma" mecburiyeti, ABD ve müttefikleri açısından artık bugünün dünyasında egemen güç olmanın ne kadar zor olduğunu da gösterdi.
BM çerçevesinde karar alınması konusunda bir uzlaşı oluşmuştu. Nitekim karar da alınabildi. Bu noktada ABD, Türkiye ile bir arabuluculuk, tarafları birbirinden uzak tutacak bir ara güç formülü üzerinde çalışmaya başladılar. Doğal olarak Kaddafi gibi ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir diktatörle, son derece hassas bu tür bir anlaşmayı yapmak ve uygulamak kolay olmayacaktı. Belki de Kaddafi zaman kazanmak için bu tür görüşmeleri yaptı.
Hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Hiçbir zaman bilemeyeceğiz çünkü Nicolas Sarkozy, tecrübeli Dışişleri Bakanı Alain Juppé'yi de şaşkınlıklara gark eden bir acelecilikle durumdan vazife çıkardı ve Kaddafi'ye bağlı birliklerin Bingazi'ye girmesini engellemek için, tek başına hava operasyonu düzenledi.
Libya üzerinde uçuş yasağının meşruiyetinin, Arap Birliği ve AB tarafından destek görmesi, hatta Afrika Birliği Örgütü'nün de destek vermesiyle sağlanacağı düşünülürken, Fransa'nın girişimi sayesinde Kaddafi'ye savaş ilan edildi.
Fransa, bu tavrıyla sadece AB içinde değil, NATO içinde de ciddi bir istikrarsızlık kaynağı olabileceğini gösterdi. Şimdilerde, başlatılan savaşın komutasının kimde olacağı, neleri kapsayacağı, NATO gücüne katılımımız gibi konular halledilmeye çalışılıyor. Ancak gerçek olan, NATO ülkelerinin şu anda tarafları ve amacı belli olmayan bir savaşa dâhil edilmiş olduklarıdır. Bunu da büyük ölçüde, Nicolas Sarkozy'nin uluslararası politikaya sığmayan egosuna borçluyuz.
Güç kullanımı, önümüzdeki gün ve saatlerde durursa, muhtemelen diplomasi yeniden kullanılabilir, ancak Kaddafi iktidarı bırakmadan bunu yapabilmek çok uzak bir ihtimal. Bütün bu olanlar, bize mutlak bir doğruyu işaret ediyor: Barış koşulları hazırlanmadan, düşünülmeden açılan her türlü savaş, ne kadar haklı olduğu iddia edilse de, hiçbir sorunu çözemiyor.