Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Yine mi Avrupa Parlamentosu?

İlk kurulduğunda, basit bir parlamenter asamble olarak tasarlanmıştı. Adı hep Avrupa Parlamentosu oldu, ama kendisi başlangıçta tamamen sembolik bir role sahipti. Avrupa Birliği oluşumu içinde, ilişkiler sadece üye ülke hükümetleri ve Avrupa Komisyonu düzeyinde gelişmesin, ulusal parlamentoların da çorbada tuzu bulunsun diye kurulmuş, uluslararası bir platformdu.
Adı parlamentoydu, ama bir parlamentonun temel görevi olan yasama işleviyle uzaktan yakından alakası yoktu. Karar alma mekanizmasında AB içinde teknik hazırlıklar Komisyon tarafından yapılır, Bakanlar Konseyi de nihai kararı verirdi. Ara sıra Parlamento'ya "hissiyatı" sorulur, onun da belirleyici bir yanı olmazdı.
AB genişledikçe, ortalama vatandaştan uzaklaşır hale geldi. Bunun üzerine AB ülkeleri, doğrudan oyla işbaşına gelecek bir yapı düşündüler. Bunun kararı yetmişli yılların ortalarında alındı ancak uygulaması ancak 1979'da gerçekleştirildi. Avrupa Parlamentosu, doğrudan seçimle işbaşına gelen ilk uluslararası parlamento haline geldi ve dünyada bu alanda yegâne örnek olmayı sürdürüyor.
Her geçen gün, her antlaşma tadilatında, Avrupa Parlamentosu'nun yetkileri ve yaptırım gücü artırıldı. Bugün bütçe konusunda, AB Konseyi ile aynı yetkilere sahip bulunuyor. Diğer konularda da, "ortak karar" adı altında 1993'ten sonra oluşturulan mekanizma içinde, Parlamento'nun çok ciddi bir baskı ve yaptırım gücü bulunuyor.

AP'nin Türkiye algısı

1982'de, Türkiye'deki askeri darbe sonrası başa gelen hükümetin, ani bir kararla tüm siyasi partileri kapatması ve mallarını hazineye devretmesi sonucu, üye devletlerce Avrupa Parlamentosu'na ilk siyasi görevi verildi. Siyasi partilerin lağvedilmesine ve Barış Derneği davası hükümlerine ciddi tepki gösteren AB, Türkiye'de adil ve demokratik seçimlerin yapılmasını takip etmesi için Avrupa Parlamentosu'nu ve Avrupa Konseyi'ni görevlendirdi. 12 Eylül sonrası güç de olsa devam edebilmiş siyasi ilişkiler de, bu gelişmeler sonrasında kesildi.
Bu ilişkilerin bir daha düzelebilmesi için aradan yirmi yıl geçmesi gerekti. Bir diğer deyişle, en önemli yirmi yılımızı yitirdik, AB ve Türkiye, birbirleriyle yabancılaşarak gelişmelerini sürdürdüler. Avrupa Parlamentosu içinde de, Türkiye'yi olabilecek en sert terimlerle eleştirmek geleneği yer etti.
Bu gelenek, 2002'den sonra büyük ölçüde kırılmış olsa bile, Güney Kıbrıslı milletvekilleri, Yunan milletvekillerinin bir bölümü, Hıristiyan Demokrat parti mensuplarının da, özellikle Federal Almanya ve Fransa kökenli çok önemli bir bölümünün oluşturduğu çoğunluk, Avrupa Parlamentosu içinde Türkiye'nin canını yakabilecek girişimlerde bulunabiliyorlar.
Türkiye'nin üyeliğini her türlü olanağı kullanarak engellemek isteyen kesimler, bu son olayda Avrupa Parlamentosu'nda kendilerini iyice açığa çıkardılar; Türkiye'nin yaptığı resmi ve yarı resmi bütün önemli açılımlar hasıraltı edildi, Kıbrıs sorununu bir an önce çözmesi ve tüm askeri varlığını çekmesi için Türkiye'ye adeta ültimatom veren bir madde, AP kararına dahil edildi. Dünyanın hiçbir yerinde, Kıbrıs konusunda bu denli tarafgir, bu denli aymaz bir kararı hiçbir demokratik meclis kabul edemezdi. Avrupa Parlamentosu kabul etti...

Ciddi bir gerilime doğru

Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere, iktidarın buna tepkisi bu defa çok sert olunca, Türkiye konusunda hazırladığı raporlarla kariyerini uluslararası düzeye taşıyan raportör Oomen-Ruijten, bir mektup yazarak raporunun dengeli olduğunu savunmak zorunda kaldı. Bugüne dek hiçbir raportör, raporunu savunmak için bir ülke başbakanına mektup göndermek zorunda kalmamıştı. Türkiye-AB ilişkilerinin itilmiş olduğu siyasi çıkmaz noktasında böylesine garip bir durum da yaşanabildi.
Türkiye-AB ilişkilerindeki paradoks, kendini giderek daha fazla hissettiriyor. Tarihte hiçbir dönemde Türkiye de, AB de birbirleri için bu denli vazgeçilmez olmadılar, hiçbir zaman ekonomik ve sosyal ilişkilerimiz bu denli yoğun ve derin olmadı. Türkiye, tarihinde hiçbir dönem AB müktesebatına uyum için ve bunu toplumun çeşitli katmanlarıyla paylaşmak için bu denli çaba sarf etmedi. Her yerde, AB ile ilgili projeler, seminerler, eğitimler yapılıyor, destek sistemleri giderek genişliyor, derinleşiyor.
Bütün bunlar olurken, Avrupa Parlamentosu raporuna bakıldığında, sanki AB ile müzakere aşamasında bir Türkiye'den değil de başka bir ülkeden bahsediliyormuş hissi doğabiliyor. Bu tür bir gerginlik ve çarpıklık, seçim sonrasında ilişkilerde ciddi bir siyasi yüzleşmeye gidilme sürecini başlatabilir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA