Avrupa Birliği hükümet ve devlet başkanlarını bir araya getiren zirve geçen hafta yapıldı. Sürpriz sayılabilecek tek bir konu vardı; o da Kıbrıs hakkında önce 2009, sonra da 2010 yılı için tarih veren Avrupa Birliği'nin, kendi verdiği tarihlere uymama konusunda gösterdiği esneklik oldu.
Gerçekten de, 2006 yılında askıya alınan sekiz fasıl için Avrupa Birliği, 2009 yılında Kıbrıs müzakerelerinin nasıl geliştiğine bakarak bir değerlendirme yapacaktı. AB terminolojisinde "değerlendirme" yapmak, üyelik müzakereleri süren bir ülke söz konusu olduğunda ciddi bir uyarı anlamına gelir. AB'nin o zaman aldığı kararın Türkçesi, Güney Kıbrıs gemi ve uçaklarına liman ve havaalanlarının açılması için Türkiye'nin üç yılı kalmış olduğuydu.
AB içinde Güney Kıbrıs'ın, büyük ölçüde Fransız diplomasisinin örtülü desteğiyle, en ufak bir KKTC açılımına dahi izin vermemeyi başaracağını kimse öngörmedi. Güney Kıbrıs, KKTC üzerindeki ambargonun bırakın kaldırılmasını, hafifletilmesine bile imkân vermedi.
AB, 2004 yılında üyesi olan Güney Kıbrıs'a artık baskı uygulayamaz ancak müzakere sürecindeki aday ülke Türkiye üzerinde kolayca baskı kurabilir. AB de zaten bunu yaptı.
Türkiye üzerinde aşırı baskı uygulamaya kalkar, bunu da hukuki bir zemine oturtmak için bir takım hukuk dışı fikir yürütmelerden medet umarsanız, başarısız olursunuz. Bugün Kıbrıs sorunu, bu başarısızlığın en çarpıcı örneklerinden biri olarak karşımızda duruyor.
Sorunun tartışıldığı platform, AB değil Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin iyi niyet girişimi ve onun yarattığı müzakere ortamı... Bu nedenle AB içinde Güney Kıbrıs'ın üye alınmasının büyük bir yanlış olduğunu düşünen ülkeler, BM platformundan çözüm getirici bir sonuç umuyorlar. AB içinde Kıbrıs sorununun sürmesini ve Türkiye'nin bu yüzden engellenmesini isteyen Fransa var. Belki bir iki ülke daha, açıkça itiraf edemeden aynı düşünceleri paylaşıyorlar. Güney Kıbrıs, KKTC ve Türkiye'den koparabileceğinin en fazlasını alarak muhtemelen ayrı bir devlet olmayı düşlüyor. Yunanistan ise, Türkiye'nin Kıbrıs konusunda iyice geri adım atarak üye olmasını istiyor ama Türkiye'nin üye olmasını gerçekten istiyor, böylelikle Türk/Yunan sorunları da neredeyse "masrafsız" biçimde ortadan kalkmış olacak.
AB, 2006 yılında olduğu gibi Türkiye'ye baskı yapmaya yönelik bir kararı yeniden üretecek çoğunluğu asla bulamayacak durumda. Bu karardan dönecek bir oybirliği de katiyen sağlanamayacağı için dört yıldır tekrarladığı "Türkiye yükümlülüklerini yerine getirmelidir" formülü arkasına saklanıyor.
AB ülkeleri BM'den medet umuyor
New York'ta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin karşısına giden Kıbrıs Türk ve Rum Kesimi Başkanları, Ocak ayında tekrar konunun inceleneceği saptaması üzerine ülkelerine geri döndüklerinde Hristofyas'ın nasıl bir rahatlama ve sevinç içinde olduğu tüm televizyon haberlerinde açıkça belli oluyordu.
Rum kesimi, bütün çabasını müzakereleri reddeden taraf olarak görünmemeye yönlendirmiş durumda. BM Genel Sekreterliği gibi bağımsız ve saygın bir kuruluş, bir üye ülkenin yanlışına işaret etse dahi, AB kendi içinde nasıl bir uzlaşma sağlayabilir?
Rum tarafının bazı isteklerinin, AB'nin temel prensiplerine aykırı olduğu belliyken, hala Türkiye'den KKTC'ye yerleşen nüfusu geri göndermesi nasıl çözüm masasına konabilir? Bugüne dek Yunanistan'dan Güney Kıbrıs'a yerleşen nüfusun herhangi bir biçimde hesabı tutulmuş mudur?
AB içinde kişilerin serbest dolaşımı, hizmet sunma ve yerleşme serbestisi, AB sisteminin üzerinde yükseldiği dört ana özgürlükten biridir. Kalıcı biçimde ertelenmesi söz konusu değildir. Bu kadar temel bir ilkeyi sarsmayı göze alan Güney Kıbrıs aklıyla, Kıbrıs sorununu çözmeye çalışmanın, AB açısından yaratacağı tehlikeler yeterince açık değil mi? AB içinde önemli ülkeler, bu gidişin ciddi sorunlar yaratacağının farkına varmaya başladılar ancak bugünkü ekonomik gündem, AB içinde çok değişik dengelerin oluştuğu bir yapı yarattı. Kimsenin kimseye çok fazla dayatabileceği bir husus yok. Bu nedenle, 2010 Devlet ve Hükümet Başkanları zirvesinin, sanki Kıbrıs sorununa son değerlendirme tarihi koyan AB değilmiş gibi davranmasına da çok şaşırmamak gerekiyor.