Almanya ve Fransa, geçtiğimiz haftalarda Deauville'de düzenledikleri bir toplantıda, Euro kullanan ülkelerin daha ciddi bir disiplin altına girmesini öngören bir öneri geliştirdiler. Eskiden olsa, Fransa ve Almanya beraber bir plan hazırladıklarında, diğer üye ülkeler buna cepheden karşı çıkmayı düşünmezdi bile. Muhalefet yapsalar dahi bu kısıtlı ve kısmi bir muhalefet olurdu.
Bu defa bir anda çok ciddi bir muhalefet oluştu. Nerede ise yirmi beş üye ülkenin tamamı, kendi aralarındaki sorun ve anlaşmazlıkları bir tarafa bırakarak, Fransa ve Almanya'nın bu ortak girişimine tek bir ağızdan karşı çıktılar.
Almanya, Euro kullanan ülkelerin ekonomilerini, taahhüt ettikleri sınırlar içinde yönetmelerini giderek daha fazla istiyor. Bunun da, kurucu anlaşmalara yazılarak uygulamada çok ciddi bir disiplin yaratmasını koşul olarak getiriyor. Yunanistan krizi, AB içinde kurallara uymamanın pekâlâ cezasız kalabileceği gibi bir görüntü yarattı. Bunun ceremesini de, başta Almanya olmak üzere büyük ekonomiler çekmek zorunda kaldı. Bu konuda iç politikada çok ciddi baskılarla karşılaşan Şansölye Merkel, AB işleyişini daha disiplinli hale getirmek için bu adımı attı.
Fransa'nın bu karara desteği biraz da mecburiyetten kaynaklanıyor. Kendi ülkesinde son derece sert ve yığınsal bir sosyal muhalefet, Başkan Sarkozy'nin emeklilik yaşını iki yıl yükseltmek için girdiği yasama mücadelesini nerede ise yitirmesine sebep oluyordu. Fransa, hem iyice kemikleşen istihdam sistemini reforme edemiyor hem de ekonomisi yeterince büyümüyor, istihdam yaratmakta zorlanıyor. Bunlara ek olarak, siyasi yönlendirme becerisini de büyük ölçüde yitirmiş bulunuyor. Kimse, Başkan Sarkozy'nin dış politikada attığı adımların, reklamı yapıldığı gibi önemli girişimler olduğunu artık düşünmüyor.
Merkel'in kısmi başarısı
Şu anda AB içinde manzara, giderek güçlenen, güçlendiği oranda da söz sahibi olmak isteyen bir Almanya'nın yarattığı bir soru işareti haline gelmiş bulunuyor. Federal Almanya Cumhuriyeti, eğer iki Almanya'nın birleşmesi fırsatı çıkmasaydı, Deutschmark'tan ve onun prestijinden hiçbir zaman vazgeçmeyecekti. Ancak soğuk savaşın bitişi ve tarihi büyük döngülerin kesiştiği bir noktada, birleşik bir Avrupa ve ortak bir para birimi çerçevesinde, Almanya'ların birleşmesi gerçekleşti.
Euro'nun kullanımı ve ekonomilerin yakınlaşması konusunda, Almanya'nın, diğer bir dizi AB üyesi ülkenin performansından hiç mutlu olmadığı biliniyor.
Şansölye Merkel, bu konuda iki çok önemli hususu ortaya atarak gündemi belirlemek istedi. Birincisi, istikrar paktına uymayan, yani Euro kurallarının dışına çıkan ülkeler için çok daha ciddi bir yaptırım sistemi getirilmesiydi. İkincisi, belki de daha radikal bir dönüşümü sergileyen bir husustu. Şansölye, kriz yönetimi için, özel bankaların ve finans kuruluşlarının da, ülkelerin iflasını engelleme konusunda ulusal hazinelere yardım etmelerini ve sorumluluk almalarını istiyordu.
Herkes, bu iki girişimin de büyük bir başarısızlıkla sonuçlanacağından emin, Brüksel zirvesini izlemeye koyuldu. Zirvede, Almanya ve Fransa'nın ısrar edecekleri zannedilen ağır yaptırım hususu kabul görmedi. Ne var ki Almanya, son derece ustalıkla yönetilen bir diplomatik atak ile yaptırım konusunu geri çekerek, karşılığında özel banka ve finans kuruluşlarının parasal sorumluluk alması hususunda diğer üye ülkeleri ikna etmeyi başardı.
Bunlar, Almanya'nın güçlü ayak seslerini oluşturuyor. Konrad Adenauer ya da Willy Brandt'a yakışacak bu düzeyde bir diplomatik atağı kimse Şansölye Merkel'den beklemiyordu. Şansölye, iç siyasette en sıkışık olduğu dönemde bunu başardı ve AB'nin gelecekteki finansal mimarisine damgasını vurdu. Çok uzun onyıllardan sonra, Almanya sesini güçlü biçimde duyuruyor çünkü Alman ekonomisi hızla büyüyor, istihdam yaratıyor ve Şansölye, yaratılan bu zenginliği, batık üye ülkelerin kurtarılmasına harcamak istemiyor.
Hem Almanya'nın çok daha merkezi ve belirleyici bir ağırlığa kavuştuğu yeni dengeler oluşuyor hem de AB'ye girme konusunda artık sağlam kamu maliyesi yanı sıra, ekonominin yapısal sorunları da ciddi önem kazanıyor. Bir anlamda, önümüzdeki yıllarda, sağlam bir ekonomik yapıya sahip olmak, üye olmak için zorunlu Kopenhag kıstaslarının önüne geçecek gibi görünüyor.