Cemaatler, toplumsal ahlakın, yaşam kurallarının, disiplin ve düzenin etkin rol oynayıcı yapılarındandır. Türkiye'nin geçmişteki ceberut devlet anlayışı, cemaatlere karşı nefret içindeydi. Sadece 28 Şubat döneminde bile bunu çok net olarak gördük zaten.
Hiçbir zaman dini cemaatlerin içinde olmasam da her zaman manevi hassasiyetlerle ve merhametle faaliyet gösterdiklerine inandığım bu cemaatlere kendimi yakın hissetmişimdir.
***
Milletin dinine imanına saygılı olmayan, başörtülülere, sakallılara, İmam Hatiplilere kısacası dindar kesime yapılan zulümlere şahit olan millet, bu zulüm sürecinin hemen akabinde AK Parti'yi iktidara getirdi.
AK Parti ise bunu karşılıksız bırakmayıp demokrasilerin olmazsa olmazı olan din hürriyetini olabildiğince genişletti. Birçok toplumsal grubun, kimliğin yanı sıra cemaatlerin de rahat nefes almasını sağladı.
Bu rahatlıktan en çok fayda gören cemaat hangisidir diye sorulacak olsa çoğunluk "Gülen Cemaati" diye cevap verir.
Gülen cemaati de AK Parti'nin normalleştirme politikaları sayesinde hem ekonomik hem bürokratik hem medyatik hem de eğitim alanlarında kat be kat büyüdü.
Başbakan'ın bir televizyon programında Gülen Cemaati'ne yönelik "Ne istediler de vermedik" sözünün altında yatan aslında tam da bu durumu anlatıyor. Yani bütün dini cemaatlere tanınan özgürlük, Gülen Cemaatine de tanınmıştı. Ve olması gereken de buydu zaten.
Ama dini bir cemaat olduğunu düşündüğümüz bu yapının, devletle olan ilişkisini "devleti yönetme" şekline dönüştürmeye kalkması ve devletin buna müsaade etmesi mümkün değildi. Etmedi de zaten. Demokrasilerde yönetim işinin tek formülü "Seçimle" gelmektir malum.
***
Devletin bütün organlarına sızmış ve Başbakan'dan bakanlara kadar telefonlarını dinlemiş olan Paralel Yapı'yı, Gülen Cemaatine ait olduğu bilinen basın yayın organlarının, bu davanın avukatı gibi hareket etmesi bir sürü soru işaretinin doğmasına neden oldu.
Mesela bir soru:
"Dershane" tartışmalarına kadar bir kez bile Hükümet'in "Hırsız-yolsuz" olduğunu aklından geçirmeyen Cemaat, 17 Aralık'la birlikte 12 yıldır bilmediği, görmediği "Hırsızlık" yaftasını neden Hükümet'e ve Başbakan Erdoğan'a yapıştırmak istiyor?
Bu da diğer bir soru:
Devletin bütün organlarına sızmış ve Başbakan'dan bakanlara kadar telefonlarını dinlemiş olan Paralel Yapı'yı, Cemaat basını neden onların avukatıymış gibi savunuyor?
Israrla sorulan bir diğer soru daha: "Dini bir cemaat olduğunu söyleyen bir yapının ne işi var Emniyet'le, Yargıyla, MİT'le, İran düşmanlığıyla?"
***
Cemaat basınının, 7 Şubat krizinde, 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonunda nasıl canhıraş bir şekilde bu operasyonları savunduğuna şahidiz. Yani yalanlamaları mümkün değil. O dönemdeki yayınlara bakılınca bu apaçık görülüyor zaten.
Bu soruları soran kişilerin başında da gerçekten halis niyetlerle cemaate gönül vermiş insanlar geliyor.
Cemaatin bu sorulara karşı savunma amaçlı sorduğu ise şu: "Cemaate gönül vermiş bir insanın devlette çalışması yasak mı?"
Elbette yasak değil. Elbette Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin hakkı olduğu gibi herhangi bir sivil yapıya, cemaate vs. gönül vermiş insanların devlette çalışması hakları.
Lakin devlette çalışırken devletin kuralları yerine "kendi kurallarını" koymadıkları müddetçe.
Bir de "Siviliz" ayağına yatıp, "devlet"te kadrolaşmak için can atmadıkları müddetçe...