Bu hafta içinde BDP Milletvekilleri, Halkların Demokratik Partisi HDP'ye katıldı. Sırrı Sakık, Ağrı Belediye Başkanlığına aday olacağı için Demirtaş da BDP'yi kongreye götüreceği için şimdilik bu oluşuma katılmadı. Daha sonra katılmaları bekleniyor.
HDP yeni milletvekillerinin katılmasıyla birlikte Meclis'te grup oluşturma sayısına ulaştı ve Meclis Başbakanlığına başvurdu. HDP Eş Genel Başbakanı ise Ertuğrul Kürkçü ve Sabahat Tuncel.
Eski Türkiye'de sık sık partiler kapatıldığı için partiler kendilerince bir çözüm yolu bulmuştu. Her zaman yedeklerinde bir parti tutuyorlardı.
Eski Türkiye için "tehlikeli" görülen partiler, sürekli kapatma tehdidi altında olduğundan, yedek partiler bir alternatifti. Buraya geçip siyasete kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Tabi ki ciddi yaralar alarak.
***
HDP'nin kurulacağını ilk duyduğumda "Eski Türkiye yok artık, partiler de kapatılmıyor neden buna ihtiyaç duydular?" diye sormuştum kendime.
Daha sonra HDP'liler solun oylarına ve Batıdaki oylara talip olduklarını açıkladılar.
Lakin yerel seçimlere girdiklerinde bunun hiç de kolay olmadığı anlaşıldı.
BDP'nin, kimlik siyasetinden sıyrılma ve Türkiye siyasetinde daha fazla söz sahibi olma hamlesini "Solculuk" olarak algılaması ne derce doğru? BDP'nin bu tavrı, CHP refleksini andırıyor daha çok. Marjinal bir tabandan kurtulup kitle partisi olamamasına benziyor.
***
Hem tabanını sağlam tutup birçok yerde oyunu artıran BDP neden HDP'ye katılıyor ki? Tam tersinin olması gerekmez miydi? BDP'nin belediye başkanları hariç neredeyse kendini feshederek HDP'ye katılması, pek gerçekçi görünmüyor.
BDP'nin kimlik siyasetinden kurtulması ve Türkiye siyasetinde yeni şeyler söylemesi elbette takdir edilecek bir konu lakin sol argümanlarla bunu nasıl başaracaklar meçhul. İşte geleneksel tüm sol reflekse sahip parti ve çevrelerin tıkandığı nokta da bu değil mi?
***
BDP(HDP) her ne kadar kendini seküler zeminde tanımlasa ve din ile arasına mesafe koysa da yaslandığı taban hiç de öyle değil. Kürtler dindar insanlar ve dindar olmayanlar bile kültürel olarak da olsa dindar ve dine mesafeli duranlarla çok can ciğer olamıyor.
Öcalan'ın isteği doğrultusunda yapılan bu değişim, Türkiye'nin geneline hitap edecek düşüncesiyle yapılsa da maalesef bunun böyle olmadığını zaman bize gösterecek.
İlk Nevruz mesajında İslam'a atıfta bulunan, İslam Kongresi toplanmasını isteyen Öcalan da biliyor ki Müslüman Kürtlerin dindarlığını dışlayarak politika geliştirmek imkânsız.
Ve Kürt hareketinin sol söylemden daha çok ihtiyacı olan da geleneksel Marksist anlayışın dine olan mesafesi değil muhafazakâr bir söylem ve dindarları dışlamayan siyasal bir yapı.
Dindar Kürtler, Kürt siyasetinden önce de senelerce sol'a bel bağladı ama bundan fayda görmediler.
İki yanlıştan bir doğru çıktığı nerde görülmüş?