"Beni gerçekten tanısaydın, yine de sever miydin?" diye sormuştu, yıllar önce psikolog Eugene Kennedy. Zaten aynı adı taşıyan bir kitap da yazmıştı. Günümüz insanının, güzel sorusudur bu. Gerçekten insanlar, birbirlerini bütün boyutlarıyla tanısaydılar, acaba birbirlerini severler miydi? Yunus Emre gibi "yaradılanı yaradandan ötürü severim." diyorsanız; yani derinlerde hissedip, bu bilgeliğe dokunduysanız, diyecek söz yok. Zaten Edip Cansever ustanın dizesi gibi; sonuçta "Ne gelir elimizden insan olmaktan başka."
İnsanı, insanın aslını çok sevmenin, gönüllü mahkumlarıyız özünde.
***
Hayat insan ilişkileri üzerine kurulu. İnsan iletişiminin sıcak tadında büyür dostluklar.
Yine de yukarıdaki soru, hep zorlar insanı. Çünkü bazen bir 'insanın' öylesine küçülen, incitici, yıpranmış yüzüyle karşılaşırsınız ki; bir yandan tanıdığınız o insanın düştüğü, düşürdüğü durum adına üzülürken, diğer yandan doğal olarak geçmişte,
'acaba bu yüzüyle tanısaydım, yine sever miydim o insanı' diye düşünürsünüz. Ama gönlünüz zenginse,
'insan olmayı yüceltmenin' peşine düşmüşseniz; küçük bir es 'verip', kendi adanıza çekilip, dinginlikler denizinde yüzmeye devam edersiniz. Doğrusu budur: Arınmak.
***
İnsanların çoğu özünde hayattan büyük şeyler beklemez. Çünkü zaten hayat, istediğiniz büyüklüklerin dışında, planlarınızın hep bozulduğu yerde başlar.
The Beatles'in efsane şarkıcısı
John Lennon'un (1940-1980) sözlerindeki gibi:
"Hayat, siz başka planlar yaparak meşgul olduğunuz sırada, size olan şeydir."
(1980 bestesi,
'Beautiful Darling Boy'dan)
Gerçekten de böyle değil midir?
Neyi ne kadar planlayabilirsiniz? Belki de bu büyük yeryüzü sahnesinde, ancak rolünüzü oynarken, oynadığınız anı şekillendirir, planlarsınız. O kadar. Zaten sizin planladığınızı sandığınız da, evrensel kozmik planın bir parçasıdır belki.
***
İnsanın yaşadığını hissetmesi, biraz da sevildiğini bilmesiyle ilgilidir.
Başkalarının kendisini fark ettiğini, başkalarının içten sevgisini bilmek, hissetmek ister insanların tümü normalde.
Bu sevgiyi hissettikçe, sevgi zinciri daha büyür. Sevgi adım adım yayılır. Çünkü kalabalıklar içinde, ıssızlaşan sevgisizliğin okyanusunda kaybolmak, yitip gitmek istemez kimse. Bu nedenle sevilmek için çaba harcar, sevilince sever güzel insan.
Ama eğer hayatı, sadece başkalarının sevgisine, ilgisine, normalden çok kilitler; bu zeminde kurgular ise insan, kendisine güvensizlik uçurumlarına sürüklenir. İşte orada, normalin üstünde 'sevilmek' ihtiyacının ördüğü kozada, bilinç dışında 'nevrozların' saklanmış teslimiyeti vardır.
***
Sadece
olduğumuz, olabildiğimiz gibi görünmek; davranışlarımızın böyle yansıması, bu içten doğallıkta erimesi ne güzeldir.
Olmadığımız biri olmaya çalışmanın, ağır çarpık giysilerini sıyırmak ne hoştur.
İnsanın berrak, çıplaklaşan ruhunu keşfetmek ne yücedir.
Hani günümüzde sık sık 'kendimiz olmak' dedikleri, sonra da aslında 'kendimiz olma' fikrinin bile, hep birlikte
giydirilmiş bir poz haline dönüştürülmesi, ne çok kötü bir hal mesela. Ne çok itici.
***
Yetersizliklerimizle, yeterliliklerimizle, günahlarımızla, sevaplarımızla;
Sokrat'ın dediği gibi 'hiçbir şey bilmediğimizi bilme hali' ile kendimiz olabilirsek eğer; kendimizle barışır, iyi yolda oluruz. Yoksa 'kendimiz olmanın', şişkin egoların şahlanışında, kandırma rüzgarı olduğu hemen anlaşılır. Belki de asırlar öncesinin büyük sufisi, filozof
İbn Arabi'nin; 'her şeyi birden görmek ve her şeyden biri görmek' anlayışında, insanın hakikatle yüzleşmesi; 'kendini bilme' haliyle ilgilidir. Kendini bilen, kendini tanır;
kendini tanıyan da kendi olur çünkü.