Bazen yazıların kendisi buruk olur, hayat ise vedalar üzerine kurulu. Bilinmedik anlarda, beklenmedik ölümler; üst üste cenaze törenleri, hüzünlü insan yüzlerinden sessiz ormanlar oluşur. İki gündür tanıklık yapıyorum:
Önce, eski dost, sevgili Alaattin Yüksel'in babası merhum Ali Yüksel'i uğurladık Salihli'den, önceki gün ikindi vakti sonsuzluğa. Toprağı bol olsun, sevilen bir insanın ardında birikmiş kalabalıklarda, onlarca tanıdık güzel sima. Ardından İzmir'e doğru yola çıktık. Sonra vakit geçti, akşam karanlığı çöktü şehre.
Nezihe anneyi ziyarete gittik. Bir baktık, sevgili annemiz, oturmuş kalmış, çökmüş bir sandalyede. Boynu bükük, gözü yaşlı. Meğer birlikte sevgide kucaklaştıkları, minnacık beyaz Van kedisi Matuşka, bir kuşun peşinde koşarken, kuş olmuş uçup gidivermiş çatıdan, kendi cennetine. Ah Matuşka'cık, öylesine tatlıydı ki anlatılmaz. Yokluğu hüzün verir insana.
***
Sonra ertesi sabah, haberler sırayla; önce yine eski dost, sendikacı
Kani Beko'nun ağabeyi Nejat Beko'nun cenazesi için adım attık, İzmir Şemikler Çamlık Camii'ne. Eski dostlar, sendikacılar, güzel yüzlü işçiler. Ama gün, hep burukluk günü. İzin istedik. Çünkü oraya giderken, öğrenmiştik ki, bizim gazeteci kardeşimiz, sevgili
Nejat Bekmen'in de, ağabeyi vefat etmiş genç yaşta. Haydi oradan, bir solukta yetiştik Güzelyalı Hakimefendi Camii'nde,
Nahit Bekmen'in cenaze namazına. Bitti sanmayın. Çünkü bir önceki akşamdan da biliyorduk, gazeteci ağabeyimiz
Melih Yalman'ı da genç yaşta yitirdiğimizi.
Zarif insan, iyi gazeteci, iyi yönetici. Ben onun Antalya'da yöneticilik yaptığı yıllar sonrasında, gitmiştim benzer görevle Antalya'ya. O Hürriyet'te temsilcilik yapmış, İzmir'e dönmüştü; ben Sabah'ta. Antalya'daki yıllarımda İzmir'de karşılaşmıştık bir kez. Sevgili Yalman demişti ki;
"İnsan Antalya'yı çok sever ama sonra aşık olduğu şehre geri döner."
Tıpkı Kavafis'in Şehir adlı şiirinde olduğu gibi, kendi şehri hiç bırakmaz insanın peşini.
İşte güzel yürekli, iyi bir insanı daha, sevgili Melih Yalman'ı da, iyi yaşanmış bir hayatın ardından uğurladık, ikindi vaktinde; dün Bostanlı Beşikçioğlu Camii'nden.
***
Asırlar önce
"Denemeler"i kaleme alan Montaigne'in, ölüm üzerine sade bir ifadesi vardır:
"Ölümün nerede, ne zaman geleceği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde her zaman bekleyelim."
Evet, ölümün, nerede, ne zaman geleceği belli değil. İşte bu nedenle hayatımızdaki her yeni günün hakkını vermek, insanlara sevgimizi sürekli hissettirmek, yarınlara umudumuzu, bugünlere dört elle sarılarak büyütmek; sevgiyle, iyilik duygusuyla, insan olmanın erdemiyle yaşamak önemli. Yaşamın anlamı, ancak o zaman şekilleniyor çünkü.
İnsanlığın kendisini hep uzak kıldığı, üzerine çok konuşmak istemediği bir konudur ölüm.
Bu nedenle genellikle filozoflara nasip olmuştur, daha çok ölüm üzerine düşünmek. Oysa gündelik hayatımızda ölüm üzerine ne kadar konuşursak, o kadar
"iyi insanlar" olabileceğimize inanırım ben. Çünkü yaşamı değerli kılan bir durumdur, özünde
"ölümün farkındalığını" içimizde taşımak. Çünkü yine Montaigne'in dediği gibi; "
Dünyaya geldiğimiz gün, bir yandan yaşamaya, bir yandan ölmeye başlarsınız."
***
Şunu da vurgulayalım: Doğaldır, insanlar genel olarak ölümden korkar. Bunu aşmanın yolu da, aslında ölüm üzerine samimiyetle düşünmektir.
Örneğin
"Neden ölümden korkayım ki? Ölüm varken ben yokum, ben varken ölüm yok" diyen Lucretius'un sözleri üzerine düşünmek. Ya da Seneca'nın "
Ey hayat! Ölüme şükret, seni, onun yüzünden seviyorum" cümlesine takılmak. Örneğin Kuran-ı Kerim'de geçen
"Her can ölümü tadacaktır, sonra bize döndürüleceksiniz" (ANKEBUT Suresi) sözlerinin derin anlamı karşısında, durup kendimize bakmak. Eğer gerçekte insanlar, bunlar üzerine ciddi ciddi düşünseydiler, günümüzü bir çürüme gibi saran
"kötülük" duygusu da, ortadan kalkardı belki. Sevgi iktidar olurdu. Bu yüzden mistik yazar Aldous Huxley'in
"Belki de bu dünya, başka bir gezegenin cehennemidir" sözleri, hep çok etkilemiştir beni. Ne diyelim; yitirdiğimiz güzel insanların, toprağı bol olsun. Ölüm ile doğum, birbirini tamamlar.
Ölüm son değildir belki, sonsuzluğun rüzgarlı kıyılarında, sonlanmayan sonsuza ait olmak gibi...