Geçtiğimiz günlerde, son yıllarda başına üst üste kötü şeyler gelmiş, sevgili bir dostumla sohbet ediyordum. Çok şükür ki hayatındaki zor günleri atlattı; artık dingin, güzel sularda yüzüyor. Hatta zor günlerin iç burkucu hatırası bile, artık gülümseyişlerinin kıyısında dolanıyor. Hayat böyle. Gerçekten de; 'yarın ne olacağı belli olmaz!'
Hayat tekdüze değil... Çok uçlu... Çok seçenekli... Çok kutuplu...
Bu hayatta, bir Anadolu deyişine göre, sonunda mutlaka; 'Kul göreceğini görür.'
Bir de bir başka Anadolu deyimindeki gibi; "Olacak ile ölecekten kaçılmaz"
Hayat bizlere sonsuz olanakları, iyilikleri, güzellikleri, zenginlikleri sunduğu gibi; bazen kötü deneyimleri de sunar. Aslında bunlar da, yaşanması gerektiği içindir. Bu nedenle, iyi insanların başına da, çok kötü şeyler gelebilir. Yine de, Çetin Altan'ın deyimiyle enseyi hiç karartmamak, hayata hep iyimser ve umutla bakmak gerekir.
***
Sohbetimiz sırasında dostumu gülümsetmek için, ona bir fıkra da aktardım:
Büyük bir köyde bir türlü izdivaç yapamayan bir delikanlı varmış... Delikanlı biraz safmış, köyün içinde durmadan
"çok iyi olacak", "çok iyi olacak" deyip dolanıyormuş. Köyün muhtarı bir gün dayanamayıp sormuş:
-Ne iyi olacak evladım, demiş.
Delikanlı:
-Muhtarım, annem çok hasta, öldü ölecek. Ölürse babam mutlaka genç bir kızla evlenir. Kız da hem babama hizmet eder hem de bana, demiş...
Aradan bir süre geçmiş. Aynı saf delikanlı bu kez yine dolaşmaya başlamış:
-Çok kötü oldu... Çok kötü oldu, diyerek...
Muhtar yine çağırmış:
-Ne kötü oldu evladım, diye sormuş.
Saf delikanlı, bu kez ağlamaklı bir sesle yanıtlamış soruyu:
-Annem iyileşti. Babam aniden vefat etti. Sonra annem, genç bir delikanlı ile evlendi. Şimdi hem annem hem de ben, üvey babama hizmet ediyoruz...
***
Gördünüz mü? Fıkrada bile hayatın insanlara bazen ne getirip, neler götüreceği belli olmuyor.
Bu yazıyı kaleme alırken Paul Auster'i de anımsadım. Amerikalı Auster, günümüzün yaşayan büyük romancılarının başında. Bu gizemli ve etkileyici bir dile sahip olan adamın romanları, her zaman sürprizlerle doludur. Romanın birinci sayfasını çevirirken, karşınıza çıkan bir roman kahramanını, bir anda yitirip yüzellinci sayfada başka kimlikle karşısınızda görebilirsiniz. Örneğin bir romanında, eşi ve iki çocuğu ile mutlu bir hayatı sürdüren bir edebiyat profesörünün, uçak kazasında eşini ve çocuklarını aniden yitirmesiyle, bir yıl boyunca evinde acı içinde (sonunda alkolik olup) yaşadığına tanık olursunuz. Ardından aynı insanın oyalanmak için seyrettiği sessiz sinema örneklerinden yola çıkarak, 'Hektor' adında 50 yıl önce kaybolmuş sessiz sinemanın büyülü bir kahramanının peşine düşüşünü okursunuz.
Tam 27 yaşında film piyasasından ve yaşadığı ülkeden aniden kaybolan Hektor'un hayatı peşinde koşulurken, yeniden kurulan hayatlara tanık olursunuz. Bu arada 87 yaşındaki Hektor'un, dünyanın ıssız bir köşesinde yaşadığını ve sadece kendisi için yaptığı, kimsenin izlemediği filmler çektiğini öğrenirsiniz. Büyük aşklar; yolda düşen ve yorulan insanlar; ayağa kalkan, yaşarken ölen bir hayattan, bir şokla yeniden dirilen insanlar görürsünüz.
***
Paul Auster; dokunaklı insan hikayeleriyle, bazen gözyaşı, bazen de sevinç dalgaları arasında; yarattığı trajik, sevimli ve iyilik dolu roman kahramanlarıyla, bir romanı kuyumcu titizliği ve inceliğiyle örerken, okuyucusuna hep derinden, sakince seslenir gibidir:
-Ey okuyucu, hayatta her şeye hazır ol; seni, yakınlarını, dostlarını; neyin, nasıl beklediği; ölümün hangimizi, hangi köşede yakalayacağı belli değildir, diye.
Hayat da, bazen bir Paul Auster romanı gibidir. Gerçekten de hiçbirimizi, neyin, ne zaman, nasıl beklediğini bilemeyiz. Her yeni gün, bazen acı, bazen de gizemli, heyecan verici, sevinç dolu sürprizlere gebe olabilir. Yani, 'yarın ne olacağı belli olmaz.'
Dostuma da bunu söyledim. Önemli olan, iyimserlikle bakarak, yaşadıklarımızı cesaretle kabullenmektir. İnsanız, hepimizin başına çok şey gelir. Belki hepsinin bir nedeni vardır.
Zaten hayat, eninde sonunda, 'fani'liğimizi bildiğimiz, rüya gibi bir serüven değil mi?